BİR
DÜŞÜNCE İsmail
Altıntaş
|
|
Is.Altintas@gmx.de
|
AİLE
ve TOPLUMSAL İŞLEVİ
Toplumun en önemli kurumu olan ´aile´;
anne, baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşur. Buna bağlı
olarakta evlilik sözkonusudur. Evlilik ise ancak; fıtrata/natur
uygun olarak bir erkekle bir kadının, nikah bağı ile bir
araya gelerek, meşru/yasal/ahlaki bir şekilde yuva kurmalarıyla
gerçekleşebilir.
Sosyal bir varlık olması hasebiyle insan, hayatını tek başına
sürdürse bile, kendi dünyasında büyük bir eksiklik
hissedebilir. İbn Haldun´un da vurguladığı gibi, insanın,
medeni/toplumsal bir varlık olması zaruridir.
Bu hususa Kur´an şöyle işaret eder: “İçinizden
bekarları evlendirin.”
Hz. Muhammed de (s.a.v) “Kişi
evlendiği vakit dininin yarısını tamamlamış olur, diğer
yarısı için de Allah´ın korumasına girsin”
buyuruyor. Başka bir Hadisinde ise; “Gençler!
İçinizden evlenmeye gücü yetenler evlensin; zira evlenmek
gözleri haramdan daha çok korur, zinadan daha çok muhafaza
eder. Gücü yetmeyen kimse ise oruç tutsun”
tavsiyesinde bulunmuşlardır. Çünkü oruç, insanı birçok
kötülüğe karşı koruyan özelliklere sahiptir.
Toplumun huzuru, o´nu
meydana getiren ailenin huzurlu oluşuyla temin edilebilir.
Birey ve toplumun huzurunu sağlamayı gaye edinen İslam
Dini, evlilik kurumuna gereken önemi vermiş ve o´ndaki
mutluluğu en üst düzeye çıkarmak için bir takım ölçü
ve prensipler getirmiştir.
Evliliğin ana gayesi namus ve iffeti, ruh ve beden sağlığını
korumaktır. Yine evliliğin diğer amaçlarından birisi de
yeryüzünde neslin devamını sağlamaktır. Bu hususla
ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.v.) “Evlenin çoğalın, nikah benim sünnetimdir” buyurmaktadır.
Bu tavsiyelere uyarak zaman ve şartlar bir araya gelince gençleri
ve bekarları evlendirme anne ve babaların önemli görevlerinden
biridir. Şüphesiz bu görevi yerine getirmek anne ve baba için
en büyük mürüvvettir/mutluluktur.
Ancak evlilik yapılırken dikkat edilmesi gereken hususlar
vardır. Bunların başında evleneceklerin birbirilerini tanımlarına
meşru çerçevede firsat verilmesi, meslek, sosyal statü ve
asalet gibi hususlarda birbirlerine denk/küfüv olmaya
riayetleri, evliliğin daha sağlıklı temeller üzerinde
kurulmasına yardımcı olabilir. Hz. Peygamber (s.a.v) bu
hususa şöyle işaret etmektedirler: “Kadın
bir takım özelliklerinden biri için nikahlanır. Güzelliği,
malı, ahlak ve dini için. Sen bunlardan dindar ve ahlaklıyı
tercih et.”
Çünkü, evlilik hayatının en önemli aktörü kadındır. Hem eş
ve aynı zamanda anne olan kadın, çocuğun ilk
öğretmeni, eğitmeni ve ahlaki modelidir.
Bu şartlar ve anlayış içinde kurulan aile yuvasında, tam
bir huzurun sağlanması için eşlere düşen bir takım
vazifeler vardır. Bunlar karşılıkılı sevgi, saygı, hoşgörü,
güven ve özveridir. Evliliği bir binaya benzettiğimizde bu
sayılanları o binayı ayakta tutan temel direkler olarak
kabul edebiliriz. Bu temel direkler sağlam olursa, dıştan
gelecek hiçbir tehlike o kutsal yapıya zarar veremeyecektir.
Ancak günümüz modern sanayi ve sanayi ötesi toplumlarında
ortaya çıkan sıkıntılardan bazıları, aile kurumuna gerçek
anlamda önem vermemekten kaynaklanmaktadır. Günümüz
toplumlarında aile problemleri giderek çoğalmakta ve kutsal
aile imajı maalesef zayıflamaktadır. Aile hayatı ulvi/yüce
gayelerden uzaklaşarak dünyevileşmektir. Halbuki aile
kutsal bir kurum ve geleceğimizin teminatı olarak toplumdaki
asli yerini muhafaza etmek durumundadır. Özellikle aile ocağı,
yetiştirdiğimiz nesiller için ilk terbiye yeri; dini, milli,
manevi ve ahlaki değerlerin kazanıldığı ilk mekteptir.
Sevginin aşılandığı ilk irfan yuvasıdır.
Şu hale göre; güçlü toplumlar, ancak bireyleri inanç,
fikir ve ideal birliği içerisinde, içtenlikle kaynaşmış
mutlu ailelerden meydana gelir. İşte o nedenle kutsal aile
yuvasının devamı İslam dininde çok önemlidir. Aile yuvası,
ayrılmak için değil hayatı birlikte paylaşmak ve devam
ettirmek için kurulur. Bundan dolayı İslam da boşanma olayı
hoş görülmemiştir.
Hz. Muhammed (a.s.), “Allah
(c.c.) katında helal olan şeyin en sevimsizi eşini boşamaktır”
buyurmakta; başka bir Hadisinde de “Geçerli
bir özrü olmaksızın kocasından, kendisini boşamasını
isteyen kadına cennet kokusu haramdır”
buyurarak konunun önem ve ciddiyetine dikkat çekmektedirler.
Bu sebepledir ki, bu kutsal aile yuvasını yıkmak üzere kasıtlı
çaba sarfedenleri, İslam dini olgun insan ve müslüman
saymamaktadır. Bu konuda yine Hz. Muhammed (s.a.v); “karı
ile kocanın arasını açan bizden değildir...”
buyurarak ailenin korunması gerektiğine işaret
etmektedirler. Hatta öyle ki, İslam dininde kesinlikle haram
sayılan yalana bile, aile yuvası yıkılma noktasına geldiğinde,
karı-kocanın arasını bulmak üzere, ölçülü bir şekilde
ruhsat/izin verilmiştir.
Gerçekten iyi niyetlerle kurulan aile yuvasının, aynı
duygularla devam ettirilmesi için küçük anlaşmazlıkları
büyütmeden aile içinde halletmek mümkündür. Ailenin
mahremiyetini korumanın, insani ve ahlaki
bir görev olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü,
hiçbir olgun insan, akl-ı
selime, toplumsal ve ahlaki değerlere karşı davranmak
istemez.
Şu güzel sözün üzerinde düşününüz ve unutmayınız;
“Felaketlere yolaçan büyük yangınlar, küçük kıvılcımlarlardan
çıkar, kıvılcımları ise bir fincan su söndürür.” Küçük
bir fedakarlıkla halledilebilecek anlaşmazlığı, aileye
sarsacak bir problem haline getirmemeliyiz. Tabii ki eşler,
hem aralarındaki sevgi bağlarını zayıflatan ve
birbirlerini inciten söz ve davranışlardan kaçınmalılar
ve hem de karşılıklı kibir ve inatlaşmaktan uzak durmalıdırlar.
Özellikle ailede karşılıklı sevgi ve güven
hissettirilmelidir. Uyumlu bir evliliğin
aileye sevgi ortamı hazırlayacağı
muhakkaktır.
Sonuç olarak; Müslüman-Türk
toplumunun en önemli ve kutsal sayılan kurumlarından biri
olan ´aile´yi,
korumak ve ayakta tutmak için elimizden gelen gayreti
sarfetmenin görevimiz olduğunu unutmayalım. Hele hele
geleceğimizin güvencesi olan çocuklarımızı
ortada bırakmak istemiyorsak, -ki hiç kimse bunu istemez- o
zaman aileyi koruma gayretimizi makro düzeye çıkartmalıyız.
Ailede hak ve sorumluluklar paylaşılmalı ve hakkaniyet ölçüsünde
yerine getirilmeye çalışılmalıdır. Amacımız
sorumluluktan kaçmak değil, bilakis sorumluluğumuzun
bilincine varmak olmalıdır. Değilse toplumsal çözülme aile
kurumu´nun yozlaşmasıyla başlar. Toplumların ve
milletlerin devamının ve varlığının teminatı ise bünyesinde
barındırdığı sağlam aile kurumuyla doğru orantılıdır.
Yazarın diğer
yazıları:
Ramazan
ayının düşündürdükleri
Olgun
Insan
SAYFA
BASI
|