·  ANASAYFA  
·  AVRUPA HABER  
·  MEDYA  
·  EKONOMI  
·  FIRMALAR  
·  SPOR  
·  YAZARLAR  
·  BASIN ÖZETLERI  
·  COCUKLAR  
·  KADIN & YASAM  
·  BEDAVA SMS  
·  BEDAVA POST  
·  DOWNLOAD  
·  TREIBER  
·  CHAT  
·  NETMEETING  
   
   


  Din ve Toplum

      Yrd. Doç. Dr. Fazlı Arabacı

 

arabaci@turkpartner.de


Yaralı bir bilinç

Türkiye'de bugün artık din'le tedeyyünü birbirinden ayırma zamanı gelmiştir. Tarih boyunca şu ya da bu dönemlerde, ya da belirli mekanlarda dinin tedeyyüne dönüşmüş hali "mutlak din" gibi görülmekte ya da gösterilmekte ve buna bağlı olarak, dinîleştirilen(İslâmîleştirilen)le  Din(İslam)arasında sorunlar belirmekte, bu sorunlu halin davranışlara yansıması ferdî ve toplumsal hayatımıza etki ettiği gibi, dinî ve dinle olan bir çok şeyi tartışılır hale getirmektedir. Bu tür sorunlu ve tartışmalı bir ortamda dinî sosyalleşmesini tamamlayan insanlar D. Şayegan'ın başka bir bağlamda kullandığı ifadesiyle "yaralı bir bilince" sahip olmaktadırlar. İçinde bulunduğu ve sosyalleştiği kültürle ya da din anlayışıyla bir tür yaralı bilince sahip olan Avrupadaki Türkler, birde kendi ülke ve kültüründen "kopuş"u ve geri dönemedikleri için "yeniden bağlanamayış"[1]ı yaşamaktadırlar. Bunun için yaşadığı toplum içinde mevcut şartlara göre kültürel evrenini yeniden inşa etme girişiminde bulunmaktadırlar. P. Berger'in ifadesiyle kültürel evreni inşa etmede önemli derecede rolü olan din, tam da burada devreye girmektedir. Bu inşada dinî yönden aktör durumunda olanlar, ya DİB görevlilerinden oluşmakta ya da dinî formasyonu oldukça tartışılır çeşitli sivil-siyasî kuruluşlara mensup kişilerden teşekkül etmektedir.

            Ben burada sözkonusu aktörlerin "neliği"ni açıklamaktan ziyade, bunlara Türkiye'de zihinsel ve bilgisel olarak kaynaklık eden kurum ya da kuruluşlara, bunların dışındaki oluşumların düşünsel temellerine bazı göndermelerde bulunmak istiyorum.

            Cumhuriyet döneminde yaşanan İslâmın sosyolojik yapısından hareketle Şerif MARDİN'in merkez-çevre ilişkisi içinde ele aldığı ve daha çok folk İslam[2] şeklinde tanımladığı ve Paul DUMONT'un[3], bizim de benimsediğimiz[4],  Resmi ve Paralel İslam[5] şeklinde nitelediği Türkiye'deki İslamın düşünce örgüsü siyahla beyazın birbirinden ayrıldığı gibi net ve berrak değildir.

            Resmî İslam kategorisine giren ve bugün gerçek manada dinî düşünceyi üretme konumunda bulunan İlahiyat Fakültelerindeki İslam öğretimi tarihe yöneliktir. 1998'den beri uygulamaya giren bu Fakültelerin yeni programları, kısmen güncel ve sosyal olana vurgu yapmaya elverişli hale getirilseler de yapısal durum imkan vermediğinden, İslam ve öğretisi tarihte kalmaktadır. Oysa dini yaşayan insanlar bugünün insanlarıdır. Sınırlı olarak istisnaî bir şekilde yapılan çalışmalar bir yana, bugünü kendisine konu edinmeyen böyle bir yapılanma, araştırmacıların bugünle ilgili meseleleri tarihe taşımalarına sebep olmakta, orada hal çareleri aramaları gibi günümüzün problemelerine çözümü yeterli olmayan bir veriyi ortaya koymaktadır. Tabiatıyla güncel olarak yaşanan bir dinin düşünce alanı tarihe takılı kalmakta, bir türlü bugüne gelinememekte ve her şeyin sadece tarihiyle meşgul olunduğundan o dine ait düşünce ya ideolojik ya da ütopik kalmaktadır.[6]

            Bu bağlamda bazı istisnalar hariç İlahiyat Fakültelerinde dinî düşünceyi oluşturan şemaların dayandığı yer, tarihsel alandaki tedeyyün süreçlerinin belirli aşamalarından herhangi biri olmaktadır. Oysa bu süreçler bugünün problemlerini çözme ve geleceği inşa etme bakımından değerlendirildiğinde amaç değil araç konumundadır. Dinin kendi içinden çıkardığı özle beraber tarihsel alan içersinde farklı şartlara göre örülen geleneğin içinden Mutlak anlamdaki dine ulaşacak bir yol açılmadıkça, dinî düşüncenin durumu günümüzde olduğu gibi katılaşmış, içinden Vahy gerçeğinde olduğu gibi "yeni okumalarla" düşünce fışkırmayan, beşerî zihnin sınırlarıyla malül bir kabuk olmaktan öteye gitmeyecektir.

            Burada Türkiye'deki dinî düşüncenin durumunu ortaya koymaya çalışırken tarihi ve tarihle ilgili aydınlatmaların gereksizliğini değil, ne anlama geldiği cevaplandırılmadan ve ne işe yarayacağı belli olmayan bir amaçla yapılan bir sürü çalışma ya da anlatının, safiyane bir entellektüel gayret olmaktan ileriye gitmediğini vurgulamak istiyoruz.

            Diğer yandan Türkiye'de Resmî İslam, tarikatların kapanması ile Paralel İslamın yaşadığı sürece dahil edilmese de, 1932-1949 yılları arasında yaşanan kopukluğun ve ilgisizliğin çıkarmış olduğu bir bunalımın neticesinde, yeniden dinî eğitime dönüşün yüksek tabakalardan ziyade orta ya da alt tabakalarda yankı uyandırması, başka bir deyişle bugünkü Resmî İslamın düşünsel alanını belirleyen kesimin sosyo-kültürel tabanının düşük olması nedeniyle, arzulanan yüksek düzeyde dinî düşünce adına, bir dezavantaj yaşanmaktadır. Paralel İslamın ortaya koyduğu da malumat yığınından başka bir şey değildir.

            Bu olumsuz yapısal durumun düşünceye yansıması, entellektüel üretkenliğin, hareketliliğin ölçüsünü ve değerini negatif olarak büyük ölçüde etkilemektedir. Bir örnekle açmak gerekirse, bugün Türkiye'de İlahiyat Fakülte- lerinden sonra dinî düşünceyi belirleme ve bu konuda halkı aydınlatmada aracı rolü oynayanlar başta müftü ve vaizler olmak üzere camilerdeki din görevlileridir. Diyanet İşleri Başkanlığının organizesi ile görev yapan camilerdeki din görevlilerinin eğitim seviyelerine baktığımızda, büyük bir çoğunluğu İmam-Hatip Lisesi mezunudur.[7]  Bunların biraz önce tasvirine çalıştığımız İlahiyat Fakültelerinden mezun olan din kültürü ve ahlak dersleri öğretmenlerinin öğrencileri olduğunu dikkate aldığımızda, bilginin de belirli bir kırılmayla insan zihnine ulaştığını düşünürsek, mevcut yapıyı anlamada fazla bir zorluk çekmemiş oluruz. Burada dinî düşüncenin halka açılımı bakımından yaygın din öğretiminin yapıldığı camilere devam eden vatandaşlarımızın dinî bilgi seviyelerinin niceliğini ve niteleğini gözönüne aldığımızda ve bunların bilgi eksikliklerinden de istifade ederek kendi anlayışlarını din diye anlatan kişi ya da kişileri düşündüğümüzde, bu alanda yapılması ve tedbir olarak alınması gerekenlerin ne derecede önemli olduğunu kavramış oluruz. Bu bağlamda yapılması gerekenler mutlaka disiplinler arası araştırmaların sonuçlarına dayalı olarak gerçekleştirilmelidirler.

            Ayrıca Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından itibaren dinî düşüncenin çeşitli sebeplerden dolayı ivme kaybetmesi, arada meydana gelen boşlukların da etkisiyle oldukça artmıştır. Yaşanan dinî boşluğun doldurulması telif değil tercüme faaliyetleri ile telafî edildiğinden ve  dahası, bu tercümeler Arap ülkeleri, Pakistan ya da diğer çeşitli İslam ülkelerinin sorunlarından kalkılarak ele alındığından, aynı problemler bizde de varmış gibi bir anlayışı ortaya koyarak ve Türkiye'nin problemleri sözkonusu ülkelerin problemleriyle özdeşleştirilerek benzer düşünce ve dinî sosyal grupların oluşmasına yol açılmıştır. Aynı durumu Türkiye'nin bir prototipi olan ve görevlilerini buradan gönderdiğimiz Avrupa ülkelerindeki Türkler için de söylememiz mevcut bilgi, gözlem ve tecrübelerimiz çerçevesinde mümkündür. O halde, Avrupa'da yaşayan Türklerin dinî ve kültürel meselelerinin ve bunlara bağlı olarak şekillenen entegrasyon sorununun hem Türkiye hem de Türklerin bulunduğu ülkelerin şartlarıyla, ihmal edilmeyecek bağları olduğunu dikkatlerden kaçırmamalıyız.

            Genel çerçevesini ve dayandığı kaynağı irdelemeye çalıştığımiz dinî bilgiyle sosyalleşen ve kültürel dünyasını inşa eden Avrupa'daki vatandaşımızın içinde bulunduğu diğer durumlarını dikkate aldığımızda bu meselenin masa başında alınan kararlarla çözülemeyeceği anlaşılmaktadır. Bunun için her iki tarafta karşı karşıya gelinen sorunları önce bilimsel olarak incelemek ve bu incelemeler sonucunda elde edilecek veriler ışığında çözüm yollarını aramak gerekecektir.

 



[1] Serol TEBER, "Göçmenlik Yaşantısı ve Kişilik Değişimi", Ortadoğu Verlag, Oberhausen, 1993, s. 12.

[2] Şerif MARDİN, "Din ve İdeoloji", s. 107 vd.

[3] Paul DUMONT,"l'Islam en Turquie, facteur de renouveau?" in Les Temps Modernes, 41ème année, Juillet-Août 1984, n° 456-457, p. 352.

[4] Fazlı ARABACI, "L'organisation Religieuse dans la Turquie Républicaine: İslam officiel et parallèle, Yayınlanmamış doktora tezi, İNALCO, Paris, 1997.

[5] Resmî ve Paralel İslam kavramlarını ilk defa Sovyet Rusyada yaşayan müslümanların Ateist bir devlette örgütlenmelerini ele alan Rusya uzmanı Alexandre BENNIGSEN kullanmıştır. Ondan sonra aynı kavramlar Paul DUMONT tarafından çağdaş Türkiye'de devletin kontrolünde ve onun dışında oluşan tarikatların meydana getirdiği organizasyonlar için kullanılmıştır. Biz burada Türkiye'de Resmî İslam deyince kısaca Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı olarak oluşturulan yurt içi ve yurt dışı organizasyon, İmam Hatip Liseleri, Yüksek İslam Enstitüleri, İlahiyat Fakülteleri, İmam Hatip Meslek Yüksek Okulları, diğer ortaokul ve liselerde verilen din dersleri ve bunların işlevsel durumunu kastetmekteyiz.

     İslam paralele gelince bu, devletin kontrolü dışında sivil olarak oluşan dinî cemaat ya da tarikatları kapsamaktadır.

[6] Fazlı ARABACI, "Avrupa'da Din-Devlet İlişkilerinin Türkiye'ye Yansıması", Günümüz Türkiye'sinde Din-Devlet Siyaset İlişkisi, G.Ü Rektörlüğü, Ankara, 1999, s. 15.

[7] DİB' nın 1998 istatitiklerine göre 62280 İmam-Hatipten 43388'i  İmam-Hatip Lisesi mezunudur. DİB 1988 yılı  istatistikleri, Ankara, 1999, s. 7.

SAYFA BASI



Yazarın diğer yazıları:

Yaralı bir bilinç

AB ve din anlayışı

Entegrasyon tek yönlü bir olay mı?

Eğitimsizlik mi, Kader mi ?

İnançlarda ve düşüncelerde yanlışlıklar

İslamda çalışma hayatı

Din Anlayışımıza Dair

Selam

   
SAYFA BASI

| Ana Sayfa | Haberler| Gazeteler | Ekonomi | Firmalar | Spor | Yazarlar 

Copyright © Mima Datentechnik / Jülicherstr.20 / 52070 Aachen / Deutschland
Tel:
+49 (241) 900 57 50 (pbx)  Fax: +49 (241) 99 777 57  
e-posta:
info@Turkpartner.de
Bu site Mima Datentechnik Internet Servisi tarafýndan hazýrlanmaktadýr

Fazlı Arabacı
Yaralı bir bilinç
Mahmut Aşkar
Bu bayrak rüzgar bekliyordu
Sizden Biri
Namus Meselesi
Şefik Kantar
Son ziyaret üzerine
Fikret Ekin
İnsanlığa Kurulan Tuzak
Muhsin Ceylan

Temizlikçi Erika´nın oğlu Başbakan

İsmail Altıntaş
Üç Aylar ve Zamanın Kutsallığı
Ismail Tüysüz
Yeşilçamda bir emekci
Üzeyir Lokman Çaycı
Yargılanmışım
Latif Çelik
İyi geceler Türkiyem. Rahat uyu…
Ali Kılıçarslan
40 yıl önce 40 yıl sonra
Ramazan Alp
Şiirin yalnızlığı