DÜRBÜN Prof.
Dr. Hacı Duran
|
|
duranhaci@gmail.com
|

Arap İsyanlarına Müttefik
Kuvvetler Zinciri
Bu gün Libya’ya saldıran ülkelere, her ne kadar koalisyon
kuvvetleri denmekte ise de, aslında bu saldırıyı yapan
ülkeler Birinci Dünya Savaşı’ndaki müttefik kuvvetlerden
başkası değildir. Saldırganlar her ne kadar despot bir
kuvvete saldırdıklarını söylüyorsa da aslında bu saldırılar,
Arap halk isyanlarını aynı zamanda yönetme ve kontrol
altında tutma girişimidir. Bu yazıda Libya’ya saldırıyla
başlayan yeni Emperyal politikalar üstünde duracağım. Bu
yeni sömürgeciliğin tarihi ise, ABD ve müttefiklerinin
Irak’a yaptıkları saldırı ile başlar.
Malum olduğu üzere, Irak’ın işgalinden sonra İslam dünyası
hakkındaki tartışmalarda öne çıkan konuların başında; Irak,
Filistin, Afganistan, Aden körfezindeki korsanlar, Sudan’ın
Darfur bölgesi, El-kaide, İran’ın nükleer enerji programı ve
Türkiye’nin bölgesel bir güç olması gelmekteydi. Yani,
Türkiye dışındaki İslam dünyası son senelerde belirtilen
başlıklardaki krizler ve çatışmalarla gündeme gelmişti. 2011
yılının başına kadar bu durum devam etti. Irak ve Filistin
dışındaki Arap ülkeleri ise ekonomik krizlerden etkilenmekle
birlikte, mevcut durumlarını korudular.
Ancak 2011 yılının başından itibaren beklenmedik bir şekilde
bütün Arap ülkeleri isyanlarla, ihtilallarla, iç
çatışmalarla devrimlerle anılmaya başlandı. Tunus ve Mısır
bu süreci şu anki konumlarıyla rahatlıkla atlatmış
bulunmaktadırlar. Atlantik’ten körfeze uzanan kuşak boyunca,
bütün Arap ülkeleri sarsılmaktadır. İç çatışmaların içine
sürüklenmektedir. İnkılaplar, devrimler, isyanlar ve
çatışmalar almış başını gitmektedir.
Bu isyanları, daha önceki yazılarımın birisinde, Müslüman
halkın kendine güvenmesinin, baskıya direnme hakkına
inanmasının ve demokratik bilinç arayışının bir işareti
olarak değerlendirmiştim. Bundan sonra Emperyal Batı
devletlerinin himayesiyle kurulan tiranlıkların,
derebeyliklerin varlıklarını devam ettiremeyeceklerini
söylemiştim. Daha sonra başta Noam Chomsky olmak üzere
konuyla ilgilenen bir çok düşünür bu duruma işaret etti.
Yani pasif ve edilgen Müslüman tiplemesi geçerliliğini
yitirmektedir. Yerine özgüveni yüksek bir halk bilinci ikame
edilmektedir.
Libya’da ortaya çıkan durum, maalesef şartları değiştirmeye
yönelik bir girişim olarak karşımıza çıktı. Libya’da halk
isyanına müdahale edildi. Bu müdahale halkın iradesini ve
tepki koyma biçimini bağlamından koparmaya yönelik bir
girişim olarak karşımıza çıktı.
Batının sömürgeci devletleri, 19. Yüzyıldan kalma
alışkanlıklarını yeniden tekrarlamaya başladılar. Fransa’nın
hiçbir uluslararası koalisyon grubunun onayını almadan
doğrudan doğruya Libya’ya saldırması, şartları değiştirdi.
İngiltere ve ABD, Fransa’nın kendi başına hareket etmesini
Napolyon’un sömürgeci bir bilinçle Mısır’ı istila etmesine
benzettiler. Rusya ise, Fransa ile birlikte Libya’ya
saldıran Avrupalı devletleri, Haçlı savaşlarını hortlatmakla
suçladı. Batılı sömürgeci devletler arasında Libya’ya
saldırma konusunda ortaya çıkan ihtilaf, BBC yorumcusu
Jonathan Marcus tarafından, “savaş koalisyonu için verilen
savaş” olarak tanımlandı. Türkiye ise son anda Nato’nun
devreye girmesini, komuta kademesinin Türkiye’de
üslenmesini, Türkiye’nin de işin içine girmesini sağlayarak
Libya’nın Fransa’ya yem olmasını, politik kartları
kullanarak engellemeye çalıştı.
Fransa’nın
Libya’ya saldırması ve ardında ortaya çıkan uluslar arası
ihtilaflar ve çekişmeler bizleri ilginç bir şekilde 19.
Yüzyılda yani sömürgeleştirme çağındaki oluşumlarla,
hırslarla, işgallerle yüzleştirdi. İki büyük savaşta, yani
birinci ve ikinci dünya savaşlarında, müttefik olan
İngiltere ve Fransa, savaşlar öncesi dönemin şartlarına
döndüler. Sömürgeler konusundaki çekişmeleri yaşamaya
başladılar. Her ikisinin büyüğü mevkisindeki ABD devreye
girmemiş olsa, muhtemelen, Fransa’ya misilleme olsun diye
belki de İngiltere Kıbrıs’ı veya benzeri bir Akdeniz
ülkesini işgal edecektir. Çünkü 19. yüzyılı yeniden
hortlatma çabası açıkça sezilmektedir. Savaş koalisyonu
savaşları, bu korkunç tarihle bizi yeniden karşı karşıya
getirmektedir.'
Emperyalist devletler, aradan geçen bunca zamana, iki büyük
dünya savaşındaki katliamlara, Irak, Afganistan ve Filistin
ülkelerindeki kıyımlara aldırış etmeden, insan hakları
hakkında hiçbir kaygı taşımadan, saldırma ve işgal etme
rekabeti içine girmiş bulunmaktadırlar. Emperyalist
müttefiklerin bu saldırıları Arapların, Müslüman halkların
kendi başlarına kalmalarına ve kendi bilinçlerini
bulmalarına engel olacak bir girişim olarak görünmektedir.
Çünkü, dış müdahaleler, her zaman halkın doğal tepkileri ve
bağımsızlık bilinçleri önünde önemli bir engel olmuştur.
Tarih okuyanlar şunu iyi hatırlar: Son Osmanlı Mebuslar
Meclisi’nin aldığı Misak-ı Milli kararının en önemli
maddelerinden birisi, Müttefik ülkeler tarafından işgal
edilen Arap ülkelerindeki halkların demokratik seçimlerle
kendi gelecekleri hakkında karar verme hakkına sahip
olmalarını öngörüyordu. Ancak ne Birinci Dünya Savaşı
sonrasında, ne de İkinci Dünya Savaşı sonrasında hiçbir Arap
ülkesi halkına, kendi özgür iradeleri ve demokratik
bilinçleriyle egemenliklerini kurma hakkı verilmedi.
Darbeciler, Şeyhler ve Aşiretler Batılı müttefik ülkelerin,
yani şimdiki adıyla koalisyon güçlerinin himayesinde uydu
devletler kurdular.
Bu gün ortaya çıkan Arap isyanları bu gecikmiş hakkın
iadesini ve alınmasını çağrıştırmaktadır. Aslında Arap
isyanları içerik olarak malum Emperyal ve sömürgeci güçlere
karşı başlatılmış bulunmaktadır. Batılı müttefikler ise, (bu
günlerde bunlara koalisyon güçleri denmektedir) bu durumu
değiştirmek için, Libya örneğinde ortaya çıktığı gibi, halk
isyanlarını kendi kontrolleri altına almaya
çalışmaktadırlar. Daha önce cuntacılar ve otantik kuvvetler
tarafından kontrol altında tutulan Müslüman toplumlar, bu
müdahalelerle başka yöntemlerle kontrol edilmeye
çalışılacaktır.
Muhtemelen bütün İslam topraklarını bu saldırılarla
“Iraklaştırma” ya, “Afganistanlaştırma” ya ve
“Filistinleştirme” ye çalışacaklardır. Fransa’nın ve
ortaklarının fırsatı ganimet bilip Libya’ya saldırmasının
arkasında bu yeni kaos ortamı yaratma çabası yatmaktadır.
Ancak Müslüman halkların, ayağı kalktığını ve kendi
bilinçlerini bulmaya çalıştıklarını görmek yine de güzeldir.
Tarih bu bilincin, Emperyalizmi ve Haçlı ruhunu yendiğini,
Allah’ın izniyle bize gösterecektir. Egemenlik, bağımsızlık
ve özgür bilinç bir kere halkların davası olduktan sonra,
yitirilmiş tarih yeniden dirilecektir. Müslüman toplumlar
eninde sonunda kendi kaderlerini özgürce tayin etme hakkını
kazanacaktır. Arap bağımsızlık ruhunu bastırmayı amaçlayan
koalisyon güçleri/müttefik kuvvetler, 19. Yüzyılın yeise
kapılmış Müslüman toplumlarıyla muhatap olmadıklarını eninde
sonunda görecektir.
SAYFA
BAŞI
Yazarın diğer yazıları:
Arap
İsyanlarına Müttefik Kuvvetler Zinciri
Türkiye
Liberallerinin Milli Birlik Endişesi
Seçmen
Haritalarının İdeolojisi
Demokratikleşmenin
Sınırındaki AK Partiı
Çatlak
Kafaların Heykeli
Anadilin
İdeolojik Gösterimi
FİTNE
ENDÜSTRİSİ VE WİKİLEAKS
Erasmus’un
Barbarları
Örgütler
ve Cemaatler
Erbakan’ın
Son Sözleri
Anayasanın
Gölgesindeki Terör
Kurucu
İktidarın Anayasası
Terör
ve Etnik Kimlik
Türkiye’nin
Ekseni
Günahların
İktidarları
Bürokratik
Yargının Fanatikleri
ABD
Saldırılarının Doğası
İsrail'in
Arapları, Ermenistan'ın Türkleri
Zürih
Protokolü ve Soykırım İkonası İnancı
Örümcek
Ağı ve Yargı Gücü
Soykırım
Vahşeti Anıtı Olarak İsrail’in Gazze Katliamı
MUHAYYEL
ERMENİ SOYKIRIM İKONASININ KURBANI OLARAK TÜRKLER
Dazlak
şiddet eylemleri ve Türk hoşgörüsü
SAYFA
BASI
|