Gündemi
Avrupa’ya taşımak
Türkiye’de 28 Şubat süreci hüküm sürerken,
bilhassa başörtüsü sebebiyle sıkıntı çeken
kız öğrencilere bir çok Avrupa ülkesi kucak açtı.
Kendi ülkelerinde eğitim hakları ellerinden alınan
binlerce kişi öğrenimlerini Avrupa’nın seçkin
yüksek okullarında sürdürmeye başladılar. Türkiye’deki
yasakçı uygulamalar, kafasında, bir okul bitirip
ailesine, çevresine, köyüne, kentine yararlı olmaktan
başka düşüncesi olmayan bir çok insanın
Avrupa, Amerika gibi değişik coğrafyalarıyla
buluşmasına yolaçtı. Ülke bazında
derdini anlatacak merci bulamayanlar, haklarını el
kapılarında bulma çabasına giriştiler.
Kendi ülkelerinde çözümsüzlük duvarına toslayanlar,
geleceklerini batılı ülkelerdeki siyasi, sosyal
alternatiflerde aramaya itildiler.
Türkiye’de ‘İslami sağ’ diye adlandırılan
zümrelerin Avrupa Birliği fikrine yönelmeleri de aynı
dönemde hızlandı. O günlere gelinceye kadar Batı’yı
‘İslam Düşmanı’ kategorisinde değerlendiren
bu türden akımlar, Türkiye’de demokratikleşmeyi
ve inanç hürriyetinin pratikte garanti altında
olabilmesini, batılı ülkelerin yapacağı
baskı ve yönlendirmelere bağlar hale geldiler. O güne
kadar bazı çevrelerce ‘şeytani’ bir nizam
olarak görülen ‘batı tipi demokrasi’ kurtuluş
reçetesi olarak ele alınmaya başlandı.
Kendine, ülkesine ve milletine inanç ve güvenini yitirmeye
başlayan zümreler, tarihi muarızlarıyla
kolkola girebilmeyi istikbalin garanti altına alınabilmesi
için bir mecburiyet olarak telakki eder oldular. Böylece,
hem islami-sağ akımlar dünyaya açılma sürecine
girmiş oldu, hem de batının bu akımlar üzerindeki
etkinliği artmaya başladı.
Her iki taraf da kendilerine göre geliştirdikleri taktik
ve stratejilerle geleceklerini şekillendirmek istiyordu.
Almanya özelinde bakıldığında, islami
kesimlerde Alman vatandaşlığına geçişler,
Alman partilerine girişler, Alman kurum ve kuruluşlarıyla
ilişkilerin geliştirilmesi, Almanya’daki
uygulamalardan örneklerle Türkiye’nin sıkıştırılmaya
çalışılması gibi hareketler çoğaldı.
Avrupa genelinde, Avrupa Birliği yetkililerinin ve
temsilcilerinin ağızlarından çıkan her söz
dikkatle dinlenirken, Avrupalı mahkemelerin kararları
hararetle beklenir oldu. İnsan hak ve hürriyetleri,
bilhassa inanç hürriyeti konusunda batılı
siyasiler tarafından söylenen her kelime, yazılan
her satır özenle ele alınıp değerlendirildi.
Batı tipi demokrasiye, hukuk anlayışına ve
ülkeden ülkeye farklılık gösterse de laikliğe
duyulan güven, geriye dönüşü olmayacak şekilde
vurgulanarak propaganda edildi.
Türkiye’de ‘batılıların anladığı
ve yaşadığı anlamda laiklik’ çağrıları
yapılırken, buna paralel şekilde Batı’da
‘Avrupa İslamı’ tezleri gündemdeki yerini alıyordu.
Birtakım yanlış ve hesapsız uygulamaların
geniş bir kitleyi sürüklediği zeminde, izlerin
birbirine karıştığını,
perspektiflerin kaybolduğunu görebilmek hiçte kolay değildi.
‘Acaba bir ayrışma noktasına ne zaman varılır?’
diye soranlara cevap, 11 Eylül saldırılarının
ardından geldi. 28 Şubat süreciyle birlikte Batı’yla
ittifaka yönelenlerin işbirlikleri, o tarihte bitiş
sürecine girdi. Başörtüsü yüzünden okulunu,
ailesini, ülkesini uzaklarda bırakmak zorunda kalanların
aklına acaba, bir gün benzer sebeplerle Paris, Berlin, Köln
veya Brüksel sokaklarında yürüyüş yapacakları
gelir miydi? 11 Eylül süreci bu sonu hazırladı.
ABD’deki saldırılar olmasaydı, benzer süreç
yaşanmıyacak mıydı? Mutlaka yaşanacaktı.
Başka bir sebep, başka bir bahane bulunacak, kaçınılmaz
ayrışma sürecine mutlaka girilecekti. Çünkü Batılıların
bilhassa başörtüsü ve benzer konulardaki davranışları,
mağdurların haklarını elde etmelerine değil,
bu bahanelerle islami kimliklerini ön planda tutan Türk
vatandaşlarının ülkeleriyle yabancılaşma
süreçlerini hızlandırma ve siyasi arenada Türkiye
Devleti’ni zor durumda bırakmaya yönelikti.
Uluslararası arenada siyasi tecrübe kıtlığı
çeken islami kesimlerimiz, Avrupa sokaklarında düzenledikleri
mitinglerle ‘tabii’ haklarının kendilerine
verilmesini talep ederken hala, kendilerine kitaplarda
okutulan ‘demokrasi’ ve ‘insan hakları’
terminolojisinin samimiyetine inanıyorlar. Halbuki
muhatapları onları, ülkelerindeki sorunları
Avrupa sokaklarına taşıyan kişiler ve
kitleler olarak algılamaktalar. Başörtüsü yasağına
olduğu gibi başörtüsüne karşı kampanya
açan çevrelerin de, babaları, dedeleri ve hatta
kendileri müslüman kimlikli kişilerden meydana gelmesi,
bu kanaati kuvvetlendirmektedir. Müslümanlar, kendi öz ülkelerinde
sahip çıkamadıkları hak ve hürriyetlerine,
bakalım el sokaklarındaki protestolarıyla sahip
olabilecekler mi?
SAYFA
BASI
Yazarın
diğer
yazıları:
Gündemi
Avrupa’ya taşımak
Terörün
yeni yüzü
AB
ilerleme raporun’da unutulan bazı hususlar
Son
ziyaret üzerine
Yaşasın,
kurtulduk ! (mu)?
Önemli
bir başarı !
Politikasızlık’
politika olursa...
ABD
Hamburg’ u bombalar mı?
Terör
ve Yeni Dünya Düzeni
Biri
bizimle dalga geçiyor
Türkçesinin
Türkçesi
Kelleci politikaların sonu
Sağlam imzalara
bak!
SAYFA
BASI
|