|
HİKAYELERİM Sizden
Biri
|
|
info@turkpartner.de
|
KABINA
SIĞMAYAN
ADAM
Bir yanardağ gibiydi. Görünüşte
sessiz, sakin, kabuğuna çekilmiş, kendi halinde
birisi gibi bir intiba uyandırıyordu. Ama içten içe
fokur fokur kaynıyor, dünyanın neki derdi ve
meselesi varsa doldurmuş içine, içi yanıyordu.
Kendi çilesi kendine yetmezmiş gibi bir de dünyanın
bilmem neresindeki yoksulların, kimsesizlerin, gariplerin,
yetimlerin, itilip kakılanların, hakları, hürriyetleri,
toprakları ve hatta namusları gasp edilenlerin çilesini
çekiyordu. Yavrusunu kaybetmiş analar ve babalarla,
yetim kalmış yavrularla beraber ağlaşıyordu.
Sanki, kendi derdi kendine yetmezmiş gibi....
Açları gördükçe lokması boğazına tıkanıyor,
çıplakları gördükçe kalorifer sıcağıyla
ısınmış evinin yumuşak koltuğu
ona buzlu bir taşın üstündeymiş gibi geliyor,
o da üşüyordu. Memleket büyükleri, memleket adına
televizyonlarda arz-ı endam ederken, bazen o; utandığından
elini yüzüne kapatıyor, memleket adına ekrandaki
kafa büyüdükçe, o koltuğunda küçülüyor küçülüyor,
saklanacak delik arıyordu. Memleket adına utanıyordu.
Sanki, utanması gereken o imiş gibi...
Memleket onun -afedersiniz- kıçına bir tekme vurmuş,
yedi düvel öteye savurmuştu. Yine de adam memleket
sevdalısıydı. Sanki memleketin umurundaydı,
sanki memleketin ona ihtiyacı vardı.Dil elden
gidiyor, diyordu. Kabına sığmaz adam, haddini
bilmez adam, "dil"i kurtarmak için çırpınıyordu.
Milletimin dili, ana dilimdir; dilim bozulursa dinim de
bozulur, endişesine kapılmıştı.
Şaşkın bir haldeydi; çamura saplanan tekeri
sanki o çıkarması gerekirdi. Sanki, memleketi
saplandığı bataktan çıkarmak onun
boynunun borcuydu. Daha kendi çulunu çamurdan çıkaramamıştı.
Kendi çocuğunun dilini daha düzeltememişken...
Gözü var göremiyor, kulağı var duyamıyor,
vicdanı var da sızlamıyor muydu bu insanların?
İnandıklarına, inanamıyordu artık.
Çünkü ona göre, inanmak ezberden öte birşeydi. Ezber:
Tekrar edile edile olur. Düşünmeğe gerek yok.
Ezberlemek yeterlidir sadece. Düşününülmeden,
hissedilmeden, yaşanmadan nasıl inanç doğabilirdi?
Oturmuyordu oturduğu yerde; dünya mı ona yoksa o mu
dünyaya kafayı takmıştı, kendisi de çözemiyordu.
Dünya karışık,
kafalar da dünya kadar karışıktı.
Karışan ve karıştırılan İslâm
Coğrafyası idi. Kabına, kalıbına sığmaz
adamın gururuna dokunuyor, kanını kabartıyordu.
Dolar karşılığı kan istiyorlar, benim
kanımm.., benim kanımm.., diyor ve yumruğunu
biryerlere doğru, birilerine doğru sıkıyor,
başka da birşey demiyor, diyemiyordu. Dese n´olur,
bağırsa n´olur, yumruk sıksa n´olurdu? Gören
mi var, duyan mı vardı sanki? Kabına, kalıbına
sığmaz adamın sadece bir tesellisi vardı:
Allah görüyör, Allah şahit, Allah âdil ve Allah kerim!
Dava arkadaşları, gönüldaşları, dindaşlarına
baktı: Biz artık kimseyle davalı değiliz,
dolyısıyla; öyle bir davamız da yok, demeğe
getirdiler. Gönüldaşlık
mazide kaldı, şimdiki devir başka devir, demek
istediler. Dindaşlık? Elhemdülillâh müslümanız
ya, dediler. Kabına kalıbına sığmaz
adamın kolu kanadı kırılmış, küçülmüş
küçülmüş, kabı kalıbı bu sefer
kendisine büyük gelmeğe başlamıştı
sanki. Kendi kendine, galiba anlatamadım, dedi. Kabahatı
kendinde, teselliyi Mehmet Akif´de buldu: "Ağlarım,
ağlatamam; hissederim, söyliyemem"
"Hakk´lı"ya saldırmayı modernlik, çağdaşlık
olarak görenlerin karşısında "hak"
sahipleri, "hiçkimseyle davalı olmamak" gibi
bir "dava"nın peşindeydiler. İtirazı
bazen isyan noktasına dayanıyor, için için püskürmeye
hazır bir yanardağ haline geliyordu tekrar. Mehmet
Akif´e müracaat etti, tekrar: "Senin meşru´ olan
hakkın: Bugün hüsran, yarın hüsran!"
Kıyıya hücuma geçen dalgaların tekrar denizin
içine doğru çekilmesi gibi bu, güyâ kalıbına
sığmaz adam kabuğuna çekileceği sırada,
M. Akif haykırdı:
"Hayret veriyorsun bana.. Sen böyle değildin."
Akif´e hak verdi; bir anlık şaşkınlığı
hüsrana dönüşmüştü. Ben, böyle değildim, dedi. İçinden içinden
Şair`i tekrarladı,"Ey elleri böğründe
yatan, şaşkın adam, kalk!"
Yeniden güven gelmiş, heyecan-enerji kazanmış,
imân tazelemişti sanki.. Kalkmaya, yürümeğe kararlıydı. Ne
kimseye kin, düşmanlık besliyor, ne de kimsenin
hakkına göz dikiyordu. Sadece, gerçekleri görmek ve
bilmek kararında, hakikatları Akif ile haykırmak
muradındaydı:
"Medeniyet!", size çoktan beridir diş biliyor;
Evvelâ parçalamak, sonra da yutmak diliyor"
SAYFA
BASI
Diğer
yazılar:
Hacı
düğünü
Uyarı
Kabına
sığmayan adam
Çocuğum
Bizim
Bey
Baba
Seyahat
SAYFA
BASI
|
|
|