UYUM MU, KIYIM MI?
Almanyada, özellikle
son yıllarda, iyice artan uyum tartışmalarının
nasıl ve hangi yaptırımlarla sonuçlanabileceğini
hiç merak ediyor musunuz? Kendi adıma söylüyorum; hem
de çok merak ediyor ve hangi yaptırımların gündeme
gelebileceği konusunda kafa yoruyorum. Ve bu sorunun
cevabını, Almanya tarihinin
ışığında bulmaya çalışıyorum.
Geçmişte, bu ülkedeki Alman soyundan olmayanların
uyum süreçlerinin kareleri, film şeridi gibi gözlerimin
önünden geçerken, beynimin sütunları adeta zonkluyor.
Niçin mi?
Niçini
kavrayabilmek için Almanyanın sadece yakın
tarihini bilmek yeterli. Alman vatandaşı oldukları,
uyum sağladıkları ve hatta isimleri bile
almanlaştığı halde, sadece Alman asıllı
olmadıkları, damarlarında Alman kanı taşımadıkları
için, kıyıma uğrayanların akibetini düşününce,
aklıma sadece bir soru geliyor. İnanıyorum, aynı
soruyu sizler de mutlaka soruyorsunuz: Uyumun sonu, yine kıyım
mı? Perşembenin gelişi çarşambadan
belli olduğu için, asla tehlike çığırtkanlığı
yapmaya niyetim yok..
Fakat, uyum sağlayamayanların
belirli yaptırımlara maruz kalarak kıyıma
uğrayacakları kesin: Eğer, uyum kursu
mecburi hâle getirilirse, ki durum onu gösteriyor, kursu başarı
ile bitiremeyenler, kıyıma tabi tutulabilirler. Yani
oturum haklarının ve çalışma müsadelerinin
uzatılmaması, hatta sınırdışı
gibi yaptırımlarla karşı karşıya
kalmaları mukadderdir. İnsanlık hâli, sormadan
edemiyorum; acaba uyum kursunun ardından ne
gelecek? Bu ülkeye uyum sağlamamış, gerçekçi
olalım ve bir adım ileri giderek soralım;
erimemiş (asimile olmamış) hiç bir yabancı
kalmadığı zaman ne olacak? Acaba, o zaman sıra
başka yaptırımlara gelir mi? Meselâ kan
değiştirme mecburiyeti de gündeme gelebilir
mi? Şayet gelirse, hiç merak etmeyiniz; bunun gerekçesini
de Alman asıllı olmayanları, ırkçı
tehlikelerden korumak için yapıyoruz şeklinde
açıklayabilirler.
Uyum, sadece devletin ve hükümetlerin
ortak hedefi değil, aynı zamanda belirli bir kesimin
de geçim kaynağı. Her ülkedeki toplum mühendislerinin
bu ülkedeki diğer bir adı da uyum mühendisleri...
Artık bu ülkede bir de uyum sektörü oluştu.
Ve bu sektörden pay alabilmek için Türkiyedeki toplum
mühendisleri de sıraya girdiler. Kapalı kapılar
ardında yapılan toplantılarda, kadehler kaldırılarak
ortak hedef açıklanıyor: uyum;
yani Türklerin Almanyaya uyumu... Bu, aynı zamanda
şu anlama geliyor: Uyumsuz Türk toplumunu uyumlu hâle
getirmek. Bu nasıl olacak ve Türk toplumunun, uyum sağlaması
için neler yapması gerekecek, her şeyden önemlisi,
ücretli uyum mühendisleri veya uyum işbirlikçileri,
uyum için neleri empoze etmeye çalışacaklar?
Bekleyiniz, bütün bunları zaman içinde göreceğiz.
SAYFA
BASI
ZİHNİYET KRİZİ
Türkiye, denilince akla sadece krizler
geliyor: Ekonomik kriz, döviz krizi, MGK krizi, enerji
krizi, hükümet krizi vesâire... Esasında,
bunlardan çok daha önemli bir kriz var:
Zihniyet
krizi... Ve bütün krizlerin
temelinde, bu "zihniyet krizi yatıyor.
Önce, bunun aşılması gerekir.
Zihniyet; belirli bir görüş ve
inanış alışkanlıklarının
tesiriyle oluşan düşünce tarzı, kafa
yapısıdır. Türkiyede, devleti yönetenlerin
ve yönetmeye talip olanların, ilk önce kriz
dönemlerinde oluşan ve krizlere göre şekillenen düşünce
tarzlarını, kafa yapılarını
değiştirmeleri, millete ve devlete bakış açılarını
gözden geçirmeleri elzemdir. Her şeyden önemlisi,
krizsiz devlet yönetmeyi, krizsiz siyaset yapmayı,
krizsiz yaşamayı öğrenmelidirler. Sadece
krizlere bağlı (endekslenmiş) yönetim biçimi,
yönetebilmek için kriz üretir.
Bu yüzden olacak ki, Türkiyenin çok
iyi örgütlenmiş, sistemli çalışan, bütün
zemin ve imkanları anında değerlendiren en
derin kurumu Kriz Üretim Merkezi (KÜM)dir. KÜMün
en önemli görevi, sadece şartlara göre kriz üretmek
değil, üretilen kriz ile ilgili tedbirler de almaktır.
KÜMe göre, Türkiye krizsiz yapamaz. Yani KÜM, önce
kriz ortamını oluşturur, sonra da krizden çıkış
yollarını çeşitli vasıtaları
kullanarak sunar. Bu vasıtaların en önemlileri ise,
işbirlikçi basın-yayın organları ve
patronlar, yani para babalarıdır. Sözkonusu işbirliğinin
etkilerinin boyutu, her geçen gün daha açık
anlaşılıyor. Özellikle son yıllarda,
işbirlikçi kanalların hepsinden adeta pislik
akıyor.
Tabii, Türkiyede sadece suni ve hakiki
krizler ve krizlerden hayat bulanlar değil, düşmanlar"
ve "hainler" de mevcut. Meselâ; "sistem
düşmanı", "devlet
düşmanı", "sermaye
düşmanı", "Batı
düşmanı", "vatan
haini vs... Hatta ihanetin tarifi, hainlerin ve düşmanların
şekil ve şemalleri, her saniye yeniden tarif
edilebilecek kadar çeşitli ve değişken. Meselâ;
örtünmek suç; açılmak-saçılmak serbest. Hatta,
öteki Türkiye,
bir dilim ekmek bulmak için çırpınırken,
sabahlara kadar şaraplarla banyo yapmak, gazinolarda çılgınlar
gibi bağırmak-çağırmak, kısaca
rezilliğin her türlüsünü yapmak da serbest. Bu arada,
başörtülüler KÜM tarafından sistem
dışı" ilan ediliverdiler.
Türkiyeye hakim olan KÜM zihniyetine
göre, "laik" olan "Türkiyeye
layık anlanıma
geliyor. Yani Türkiyede devletin bütün ihalelerini almanın,
bankaları soymanın, vergi kaçırmanın,
yeşil alanları, hazine mallarını
yağmalamanın birinci yolu, la(y)ik olmaktan geçiyor.
Kısaca; laik"
ile "layık
eşanlamlı. Laik
olmayan hiç bir şeye layık değil.
T.C. Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör
Özden; laik olmayanın insan bile
olamayacağını söylemişti. O zaman,
tepki gösterdiğimiz bu sözü, Türkiyenin bugünkü
haline bakınca çok daha iyi anlıyoruz. Ülkeyi
soyanlar, yani hırsızlık suçlamasıyla
şu anda mahkemelerde ifade verenler, 28 Şubat
çetesi ve işbirlikçi medya mensupları vb...
laikliğin en ateşli neferleri gibi sağa-sola
saldırıyorlar, hak-hukuk
tanımıyorlardı. O günlerde de biliniyordu;
fakat şimdi çok daha iyi anlaşılıyor ki,
laiklik
adına ülkeyi soymuşlar; laikliği değil,
yasadışı kurdukları çalışma
gruplarıyla kendi çıkarlarını
korumuşlar. İşte bu sözünü ettiğimiz
durum, zihniyet krizinin bir sonucudur. Ve bu zihniyet krizi,
Türkiyede kendine özel bir sektör oluşturdu: Laiklik
Sektörü... Bu sektörün
tek özelliği, bütün kriz dönemlerinde ayakta
kalabilmeyi başarmasıdır. Çünkü; ayakta
kalabilmesinin tek şartı, kriz
ortamlarının oluşturulmasına
bağlıdır. Ve bu sektörden beslenenler, en
büyük vurgunu, soygunu günümüz Türkiyesinde olduğu
gibi, kriz dönemlerinde yaparlar.
Türkiyede "laik"
olanlar, sadece kendilerinin bu ülkeye "layık
olduklarına inanıyorlar. Tabi, bu zihniyet veya
laiklik anlayışı da bütün laikler için
geçerli değil. Hırsız ve ahlaksız olmayan,
hak-hukuk tanıyan, haram yemeyen, kul hak ve hürriyetlerine
riayet eden laikler hariç. Uzun sözün kısası;
kriz olmadan sistemi ayakta duramaz hâle getiren KÜM
mesuplarının bir hesabı bulunmaktadır. Bu
hesap sahiplerinin bankalarda da oldukça yüklü hesapları
olduğunu ve bu hesaba sahip olmanın belli bir
liyakat gerektirdiğini düşünürseniz, sadece kimin
elinin nerede, hangi ceplerde olduğu değil, krizin
gerçek sebebi de iyi anlaşılacaktır.
Ey Türk! Titre ve kendine dön! Fakat, bu
titreyiş, kriz tutmuşlarınkine benzemesin!
Ekonomik ve diğer krizlerden her zaman kurtulabilirsin;
fakat zihniyet krizinden kurtulmak o kadar kolay değildir.
Bu sefer, bu zihniyet krizinden, KÜMden kurtulmak için
titre! Titre ki, asalaklar üstünden düşsün! Yoksa,
ebediyyen kurtuluş yok!