
Paradoks ülkesi…
İngiltere’de memurlara “civil
servant” denir.
Sivillere yani “halk”a hizmet etmekle görevli
olan ve halkın ödediği vergiyle geçinen kişilere ülkemizde “memur”
denilir.
Önce memur kelimesinin altını kalın çizgilerle çizelim.
Osmanlı devlet geleneğinde memuriyet, olması gereken
gibiydi. Halka hizmet, Hakk’a hizmet etmek demekti.
Memuriyet onurlu bir meslektir. Çünkü bin yıllık tarihi
olan bu Aziz millete hizmet etmek şereftir.
Bir zamanlar hizmetkârı olmakla övünülen, dünya
devletleri tarafından saygı gösterilen bu milleti
aşağılayan, hor gören memuriyet mantığı ise şerefsizliktir.
Ülkemizde halka ve halkın vekâlet verdiği hükümetlere
hizmet etmekle görevli “bürokrasi memurları”nın
yüzyıllık sorumsuz iktidarlarından bıktık artık.
Bürokrasinin hantal koridorları yaşadığımız dünyayı
aydınlatamıyor. Bürokratların “la yüs’el”
tavırlarının temelden sorunlu olduğunun altını bir kez daha
çizelim.
Devlet ve bürokrasi halk için vardır. Halk, devlet için
vardır diyenlerin hâkim olduğu ülkede yaşamsal sorunlar
bitmez ve hayat çekilmez olur. Bu durum eşyanın tabiatına
aykırıdır.
Asıl olan insandır. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın…
Başbakan bürokratik oligarşiden şikâyet etmekte
haklıdır. Türkiye’de bürokrasinin görünmez bir iktidarı
vardır. Ne yazık ki bu görünmez iktidar “beyaz Türk”lerin
iktidarı olagelmiştir.
Ak Parti iktidarı her cihetten rehin alınmak isteniyor.
Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri mücadelenin şiddetini
haber veriyor. Bu ülkenin Başbakanı da Cumhurbaşkanı da
halkın hizmetkârı olmalıdır.
Halkı temsil etmek ve sevgisini kazanmak zoru
başarmaktır. Bu millet sevebileceği insanlar arıyor.
Kendisini temsil edenleri sevebilmek istiyor.
Bu ülkenin değerlerini hiçe sayarak milletin
beklentilerine set çekmek akıl karı değil. Deniz de bir gün
bitecektir.
Sanırım on yıl kadar önceydi. Kosova’ya akraba
ziyaretine gitmiştim.
Ülkeme geri dönerken Sırp sınırındaki kontrolde bizim
pasaportlarımızı uzun uzadıya inceleyen polis, yanımda
oturan kişinin Amerikan pasaportu taşıdığını görünce
inceleme gereği bile görmemişti.
İşte o an pasaportun simgesel değeri üzerine düşünmeye
başlamıştım.
Hayatında yurtdışına hiç çıkmamış bir insan için
pasaport kelimesi önemli olmayabilir.
Başbakan Erdoğan geçen hafta Almanya’da ticaret konseyi
toplantısına katılmıştı. Aynı gün gurbetçi Türklerden oluşan
bir topluluğa hitap eden Başbakan’a pasaportlardaki
başörtülü fotoğraflara zorluk çıkarıldığı hakkında bir
şikâyet iletilince Berlin büyükelçisi Mehmet Ali İrtemçelik
oldukça zor durumda kalmıştı.
Sanırım duymayan kalmamıştır. Bu sebeble ayrıntılara
girmeye gerek görmüyorum.
Çifte vatandaş olan gurbetçi kadın Alman Hükümetinden
pasaport alırken herhangi bir zorlukla karşılaşmadığını buna
mukabil Türk Büyükelçiliğinde kendisine genelge sebebiyle
zorluk çıkarıldığını duymak elbette üzüntü verici.
Bu olay iki yönden sorunludur.
Yıllardır süregelen ama çözülemeyen sorunların birikmiş
hınç dalgası boyutuna dönüşmesi kaçınılmazdır. Sevgi yerine
kin üreten bu toplumu kim bu hale getirdi?
Şikâyet iletildikten sonra büyükelçiye hesap sormak
için Başbakandan cesaret alan birilerinin “yuh”
çekmesi oldukça ayıptı. Yuh çeken insanların medeni
cesaretlerinde ve bireysel özgüvenlerinde bir sorun olduğunu
düşünüyorum.
Diğer yandan “halkın hizmetkârı” olması gereken
devlet memurlarının halka tepeden bakan tavırları da
sorunludur.
Genelgenin arkasına sığınmak kolaydır. Asıl maharet
toplumu rencide eden genelgelere itiraz etmek ve son
vermektir.
Türkiye’yi dışarıda temsil eden devlet yetkililerinin
vatandaşlarını daha fazla kucaklaması gerekir.
Büyükelçileri kutsayan ama Başbakanları yerin dibine
geçiren başka bir demokrasi ülkesi var mıdır bilmem.
Türkiye’deki kartel medyanın tutarsız ve umarsız
tavırlarının bedelini hepimiz ödüyoruz.
Dışişleri bürokratı olmanın dayanılmaz hafifliğini
tahmin etmek zor değil… Bu milletin değerlerine ve
beklentilerine yabancı kalanların temsil makamında olması ne
yazık ki bir paradokstur.
Bazen Türkiye’nin kocaman bir “paradoks ülkesi”
olduğunu düşünüyorum.
“Azgın azınlığın” çok fazla gürültü yaparak “makul
çoğunluğu” yıllar boyu ağlatması ve aldatması paradoks
değil midir?
Demokratik bir ülkede 363 milletvekili ile “iktidar”
olup “muktedir” olamamak paradoks değil midir?
Halka hizmet Hakk’a hizmettir deyip ihale peşinde
koşmak ve ihalecileri öncelemek paradoks değil midir?
Devri iktidarında “çamlar deviren” ve anketlerde
% 2 oy alan bir partinin durduk yerde “Ayasofya
açılmalıdır” demesi paradoks değil midir?
Atanmışları kutsayan, seçilmişleri kuşatarak güçsüz
kılan bir sistem paradoks değil midir?
Paradoks nedir? Diyenlerdenseniz onu da gidin
Demirel ve Baykal’a sorun.
Bizim Sakarya Gazetesi, 31 Mayıs 2006
SAYFA
BAŞI
Yazarın diğer yazıları:
Paradoks
ülkesi…
Aynadaki
yüz…
İkiyüzlü
Fransa
Öfke
Medeniyeti
SAYFA
BASI
|