Gazeteci-Yazar
Mustafa Köker ile Söyleşi
"Tony Blair hükümetinin yeni düzenlemeleriyle
birlikte, İngiltere’nin farklı din ve kültürlerden
oluşan çokkültürlü yapısını erozyona
uğratacağının işaretleri alınmaktadır."
"İngiltere’nin,
en az kendisi kadar yüksek nüfuslu bir Türkiye’yi yanına
alarak rakip ülkelere karşı nüfuz dengeleme
gayretinden de söz edilebilir."
"Sokaktaki
İngiliz, Irak’ın işgaline hükümet ve
muhalefet partiler gibi bakmıyor."
"İngiliz
halkı Irak’ta ölen insanların neden hayatını
kaybettiği konusunda mantıklı ve makul bir
izahat veremiyor."
Mahmut
Aşkar: Mustafa
Bey, önce kendinizi birkaç cümleyle de olsa okuyucularımıza
tanıttıktan sonra sohbetimize devam edelim derim.
Mustafa
Köker: Aslen Niğdeliyim. Gazeteciliğe 1978 yılında
başladım. Adana’da başladığım
mesleğimi, Ankara ve ardından da Londra’da sürdürüyorum.
Sırasıyla, Akajans, Güney Haber, Güney Ticaret,
Türk Haberler Ajansı, Hergün, Ortadoğu, Türkiye
gazetelerinde çeşitli görevlerde bulundum. İran-Irak
ve Afganistan savaşını izledim. TGRT’nin
kuruluşunda ve Londra’dan yayın hayatına atılmasında
görev aldım. Türkiye gazetesinde 1993 ile 1998 yılları
arasında Londra’dan haftalık yazılar yazdım.
Londra’ya 1989’da Başbakanlık Basın, Yayın
ve Enformasyın Genel Müdürlüğü’nün iki aylık
kursu çerçevesinde geldim. Daha sonra İhlas Medya
Grubu’nun temsilcisi olarak görev aldım. Kuzey
İrlanda konusunda incelemelerim çeşitli basın
organlarında yayınlandı. Londra’da yayımlanan
Olay gazetesinde editorluk, Avrasya gazetesinin kurucusu
olarak görev aldım. Nisan 2005 tarihinden bu yana,
gazeteci bir ortağımla haftalık olarak Haber
gazetesini yayınlıyorum.
Mahmut Aşkar: İngiltere
Avrupa’nın önemli bir ülkesi olmasına rağmen,
kara Avrupasının dışında, ada
olarak bulunmasından dolayı biraz ilgi odağımızın
dışında kalıyor. İngiltere’deki Türk
azınlık hakkında bize biraz bilgi verebilir
misiniz?
Mustafa
Köker: İngiltere kıta Avrupa’sından
ayrı olduğu için mesafe olarak uzak olmasa da,
ada ülkesi olmasından dolayı sizin de belirttiğiniz
gibi fazla ilgi odağı olmuyor. Oysa Paris’ten
trenle birkaç saatlik mesafede. Türk toplumunun İngiltere’deki
varlığı 1950’lerde başlıyor. Bir
dönem İngiltere’nin idaresinde kalan Kıbrıs’tan
başlayan göç, Britanya’daki Türk varlığının
başlangıcını oluşturuyor. Daha
sonra 1970’li yıllarda Türkiye’den gelen ve çoğunluğu
konfeksiyon sektöründe çalışanlarla bu ülkedeki
Türk azınlığın nüfusu artmaya başlıyor.
1980’li yılların son döneminde başlayan
iltica furyası ile gelenlerle birlikte, İngiltere’deki
Türkiye ve Kıbrıslı göçmenlerin sayısı
resmi olmayan rakamlara göre 300 binin üzerinde. Resmi
rakamlar Türkiye’den göç edenlerin nüfusunu 130 bin
civarında gösteriyor.
Mahmut Aşkar: İngiltere’deki
terör olayından sonra müslüman azınlığın
üzerinde hayli baskı olduğunu okuyoruz. Şu
anda durum ne merkezdedir?
Mustafa
Köker: İngiltere, kıta Avrupa’sına göre
insan hakları ve özgürlükler bakımından
daha toleranslı bir ülke olarak bilinir. Bunda, geçmişte
Britanya’nın sömürgesi olan ülkelerden göç eden
farklı toplumların oluşturduğu
kozmopolit ve çokkültürlü yapının etkisi fazla.
Özellikle Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerden göç alan
Britanya’da 2 milyon civarında Müslüman toplum yaşıyor.
Yakın zamana kadar, Müslümanların yoğun
olduğu Londra başta olmak üzere ülkenin diğer
bölgelerinde inanç ve kültürel özgürlükler bakımından
önemli sorunlar yaşanmıyordu. İngiliz
toplumu ile müslüman toplumlar arasında önemli
sorunlardan söz etmek mümkün değildi. Ancak, 7
Temmuz’da meydana gelen bombalı saldırılar
ve 21 Temmuz’da benzeri teşebbüsler sonrası
İşçi Partisi hükümeti, “terör”den Müslümanları
sorumlu tutan bir sürece işaret eden adımlar
atmaya başladı. Aslında bu adımların
“terör” saldırıları sonrası başladığını
söylemek zor. Bu yılın başından
itibaren İçişleri Bakanlığı
tarafından muhtemel saldırılara karşı
bir takım düzenlemeler yapılarak parlamentodan geçirilmiş
ve bu düzenlemeler insan hakları kuruluşları
tarafından tepkiyle karşılanmıştı.
Hükümetin Müslümanları zan altında bırakmaya
müsait uygulamalarını sertleştirmesine 7
Temmuz saldırılarının katkıda
bulunduğu söylenebilir. Tony Blair hükümetinin yeni düzenlemeleriyle birlikte,
İngiltere’nin farklı din ve kültürlerden oluşan
çokkültürlü yapısını erozyona uğratacağının
işaretleri alınmaktadır.
Mahmut
Aşkar: İngiltere
diğer AB ülkelerine kıyasla Türkiye’nin AB tam
üyeliğine sıcak bakıyor. Bunun sebebi,
sadece İngiltere-A.B.D dayanışmasının
ve müşterek dünya politikasının bir sonucu
mu, yoksa (size göre) başka sebepler mi var?
Mustafa
Köker: Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecine
İngiltere’nin kayıtsız-şartsız
destek vermesine, ADB-İngiltere koalisyonunun bir
politikası olarak bakılabileceği gibi, İngiltere’nin,
özellikle nüfus ve dinamik yapısıyla Türkiye
gibi bir ülkeyi Birlik içinde hep yanında tutma
gayreti gözden uzak tutulmamalı. Almanya ve Fransa ile
sürekli perde gerisi çekişme yaşayan İngiltere’nin,
en az kendisi kadar yüksek nüfuslu bir Türkiye’yi yanına
alarak rakip ülkelere karşı nüfuz dengeleme
gayretinden de söz edilebilir. İngiltere’nin yakın
tarihteki başarılarının altında,
izlediği diplomasinin önemi ve etkisi hatırlanırsa,
Birlik içinde Almanya ve Fransa’ya karşı dördüncü
büyük ortağı yanına alması güçler
dengesi açısından geleceğe dönük hesaplama
olarak algılanabilir. Daha doğrusu ben böyle düşünüyorum.
Mahmut Aşkar: Mustafa
Bey, hem gazeteci, hem de yazar olarak dünyadaki gelişmeleri
takip ediyor, kendi düşüncelerinizi okuyucunuzla
paylaşıyorsunuz. Az-çok tarih bilgisi olan her Türk,
“İngiltere” denince; Osmanlı İmparatorluğu,
Ortadoğu, Çanakkale, Kıbrıs, sömürgecilik
gibi kavramlarla bir bağlantı kuruyor. En son
olarak da, A.B.D ile İngiltere’nin Irak işgali...
Bir Türk olarak böyle bir ülkede yaşarken, bu gerçekleri
yerli halk veya kamuoyunun ileri gelen şahıs ve müesseseleri
ile tartışma imkânınız (zaman zaman da
olsa) oluyor mu?
Mustafa
Köker: Şüphesiz zaman zaman sokaktaki sıradan
bir vatandaş gibi, belli konumlardaki İngilizlerle
bu konuları konuştuğumuz oluyor. Bizim gibi
Doğu kültürünü temsil eden coğrafyaların
insanları ile Britanya insanını ayıran
bir özelliğe dikkatinizi çekerek bu soruyu
cevaplamaya çalışacağım; İngilizler
olaylara soğukkanlı ve mantıklı yaklaşır,
biz Doğulu toplumlar ise daha duygusal bir perspektifle
bakarız. Belki de İngilizleri dünya
diplomasisinde başarılı kılan bu
taraflarıdır. Sokaktaki İngiliz, Irak’ın
işgaline hükümet ve muhalefet partiler gibi bakmıyor.
Ama medyanın kamuoyunu etkileyen bir gücü olduğunu
da hatırlarsak, halkın bu gibi dış
ataklarda ikna edildiğini anlayabiliriz. Unutmayalım
ki, Irak savaşına karşı en büyük yürüyüş
ve miting Londra’da yapılmıştı. Tam 2
milyon insan bir günde sokaklara dökülüp “savaş
istemiyoruz”u haykırmıştı. Ama
liderler halkın sesine kulak vermek yerine, ülkenin
menfaatlerine göre hareket edip, kamuoyunun tepkisine kulak
tıkamayı tercih ettiler. İngiliz halkı
Irak’ta ölen insanların neden hayatını
kaybettiği konusunda mantıklı ve makul bir
izahat veremiyor. Hükümetin ABD ile birlikte hareket
etmesinden rahatsız olan büyük bir kesimin olduğunu
da son zamanlarda yapılan kamuoyu yoklamaları
ortaya koyuyor.
Mahmut Aşkar: Almanya’da
olduğu gibi, İngiltere’de de bir yabancı (müslüman)
düşmanlığından söz etmek mümkün mü?
Mustafa
Köker: Londra gibi büyük kentlerde yakın zamana
kadar gözle görülür bir yabancı düşmanlığından
söz etmek mümkün değildi. 1990’lı yıllarda
Londra’nın Brixton bölgesinde zenciler ile beyaz
arasında yaşanan gerginlikler ile Doğu
Londra’da Müslüman toplum ile İngilizler arasındaki
sorunlar dışında büyük kentlerde ırkçılığın
diğer Avrupa ülkeleri kadar tehlikeli boyutlarda olmadığını
söyleyebiliriz. Bunun yanında, İngiliz yoğunluklu
bölgelerde yabancı düşmanlığı
olayları sık sık yaşanıyordu. Ancak,
7 Temmuz saldırılarının akabinde bizzat
hükümetin Müslüman topluma yönelik düzenlemeleri,
beraberinde yabancı düşmanlığı ve
ırkçılığı; Müslüman düşmanlığı
boyutuna taşıyarak artıracağını
son zamanlarda meydana gelen olaylar göstermektedir.
Mahmut Aşkar: Bugünlerde
Almanya’da “1.Avrupa Türk Dil Kongresi” gerçekleştirilecek.
Batı Avrupa Türklerinin yeni yetişen nesilleri Türkçe’yi
konuşamaz ve yazamaz hale geldiler. Bu meseleye çareler
aramak, çözüm yolları getirmek gayesiyle böyle bir
teşebbüs var. İngiltere’de yetişen
nesillerimiz için de aynı şey geçerli midir?
Oradaki aydınlarımız olarak bu konuda bir teşebbüs
var mı?
Mustafa
Köker: Avrupa’daki yeni nesil Türk çocukları
ve gençlerinin Türkçe konusunda yaşadığı
sorunlar pek tabii İngiltere için de geçerlidir. Bu
ülkede genellikle Kıbrıslı Türklerin
1970’li yıllardan itibaren başlattığı
part-time, haftasonu Türkçe okullarla bu eksiklik
giderilmeye çalışılmış ise de,
beklenen sonuçların elde edildiğini söylemek doğru
olmaz. Halen çoğunluğu Londra merkezli olmak üzere
40’a yakın haftasonu okulu hizmet vermesine rağmen
bu okullara giden çocukların da kendi aralarında
İngilizce dili tercih ettikleri yapılan birçok
araştırmada gözler önüne seriliyor. Bu
olumsuzluğa rağmen, Türk çocuklarının
son yıllarda eğitim alanındaki başarı
grafiğinin yükseliş trendinde seyretmesi,
sevindirici bir gelişme olarak kaydedilebilir. Buna rağmen
sorunun tamamen çözüldüğü söylenemez. Yeni
nesillerin Türkçe konuşmasında uydudan yayın
yapan televizyonların olumlu katkı sağladığını
da burada kaydetmek lazım. Ayrıca bu ülkede yaygın
olan Türkçe gazetelerin bu konuya olumlu katkılar sağladığı
akademisyenler tarafından dile getiriliyor.
Duruma olumlu bir pencereden bakılsa bile, Türkçe dil
sorunu büyük. Bu ülkedeki aydınların Türkçe
ve Türk kültürü ile ilgili olarak attığı
önemli adımlardan sözetmek gerekirse, iki yıl önce
kurulan Türk Dili ve Kültürü Konsorsiyumu’nun
faaliyetleri en ciddi girişim olarak gösterilebilir.
Konsorsiyum’un, ortak tedrisat ve benzeri projeleri
bu konuda atılan ciddi ve olumlu adımlar
arasında sayılabilir. Ayrıca bazı sivil
toplum kuruluşları tarafından düzenlenen ve
eğitim sorunlarının ele alındığı
seminer, konferans gibi etkinlikler, Türk çocuklarının
eğitim seviyesini yükseltmesi ve Türk kültürünün
genç nesillere aktarılması eksenli müsbet adımlar
arasında sayılabilir.
Mahmut
Aşkar: Mustafa Bey, bize zaman
ayırarak sorularımızı cevaplandırdınız,
Turkpartner adına size teşekkür ediyorum.
28 Ağustos 2005 – LONDRA
|