Ozan
Yusuf Polatoğlu ile Söyleşi
“Yani
uzaktan sanatçı-şair olarak görünüyor olmanın
ötesinde, sabah 05’de kalkıp işe giden, gece
vardiyası çalışan içimizden birisiyim..”
“Çalışmak... yani okumak öğrenmek yenileşmek
ölçü olmalıdır. Bilgiye ilgi, rahmete zahmet
gerekeceğini bilmek ve icabını yapmak söz
konusudur.”
“Dünyaya Anadolu merkezli bakmak, daha yakın bir gerçek
olarak Batı Avrupa’daki bizim konumumuzdan bakmak,
şüphesiz istinat noktamız olmuştur.”
“Avrupa’da bir gencimizi saza yani “bağlama”ya
bağlamak demek onu Anadolu’ya bağlamak demektir.”
“İdrakinde olarak işaret ettiğiniz
Anadolu-Azerbaycan Halk Edebiyatı, içinde bin bir güzelliği
saklamaktadır. Asırları birbirine bağlayan
o sözlü kültür, nesillere duygu, sevgi, merhamet,
ibret ölçüleri vermek açısından mektep olacak
değerdedir.”
“Avrupa gibi iddialı bir yapının içinde,
kendi olarak kalmak kolay değildir ve bu gayretli olmayı
planlı-programlı olmayı, ufuklu düşünmeyi
icap ettirir.”
Mahmut
Aşkar:
Şahsen
çeyrek asırdan fazla bir zamandan beri sadece Batı
Avrupa Türkü’nün değil, Türk’ün ayak izlerinin
olduğu her coğrafyayı, hatta tüm İslâm
alemini de sazı ve sözüyle kucaklayan bir Ozan Yusuf
Polatoğlu tanıyorum. Okuyucularımıza,
bu ozanı kısaca takdim eder misiniz?
Ozan
Polatoğlu:
1956 yılında Oltu’da doğdum. 1972’den beri Almanya’da
yaşıyorum. Erzurum toprağında teneffüs
ettiğim türkü-deyiş havasını gönlüme
taşımak bir hayat biçimim oldu benim. Sözünü
ettiğiniz gibi o sazın coğrafyasını
kucaklamak, bir büyük hedef ve bir sevda olarak duygu dünyasında
yerini alınca, bu bir sürece dönüştü. Kültür
derinliğimizi anlamak ve bunu anlatmaya çalışmak
önemli bir yolun içinde olmak sorumluluğunu yükledi
bana. Erzurum’da başlayan yolun Batı Avrupa’da
devam etmesi, bizim de acizane bu yolun içinde bulunmamız
kısaca kendimi tanıtmak olabilir diye düşünüyorum.
Bunun ötesinde göçün içindeki insan profilinden bir
kesit sayılmam da mümkün. Yani uzaktan sanatçı-şair
olarak görünüyor olmanın ötesinde, sabah 05’de
kalkıp işe giden, gece vardiyası çalışan
içimizden birisiyim..
Mahmut
Aşkar:
Sayın
Polatoğlu, Anadolu’daki adıyla (benim bildiğim)
âşık,
şimdiki adıyla ozan olmak; bir Allah vergisi, özel
bir eğitim veya özel bir kabiliyet meselesi midir? Nasıl
ozan olunur?
Ozan
Polatoğlu:
Önce kavram tarifinden başlamak gerekirse ozan ve âşık aynı anlamı ifade eder. Ozan daha çok
öz Türkçe bir ifade. Belki ilk söylenen isim bu. Sonra
dilimizin geniş coğrafyalara, geniş kültürlere
açılması ile, edebiyatımızın
İslam kültürü ile derinleşmesi-yükselmesi ile
yeni ifadeler oluşmuştur. Ozan da Âşık
da “Saz şairi” demektir. Sazıyla şiirlerini
kaynaştıran sanat adamı demektir. Bu iki
kavramı aynı maksatla kullanmak Türkçe anlam açısından
aynıdır ve doğrudur.
Son yıllarda kalem şairlerine hatta romancılara
bile “ozan” denmesi ise kanaatimce çok yanlıştır.
Uydurukça ucuz bir yaklaşımdır, edebiyat ve
sanat çizgimize terstir.
Edebiyat ve kültür tarihimizde kime ozan dendiğini görmemiz
mümkündür. Aşk ve sevda coşkunluğu içinde
Karacaoğlan’ı sazıyla-sözüyle görürüz;
bir Köroğlu, bir Dadaloğlu kahramanlık türkülerini
yiğit bir duruş
ile simgeler. Seyrani’de hicvetmenin inceliği,
Veysel’de duygusallık ve ahenk ön plandadır.
Sorunun ikinci bölümüne gelince, Allah’ın nasip
etmesi, takdir etmesi temel gerçektir elbette. Ruhun, duygu
dünyasının şiire, musikiye meyyal olması,
fıtratın bu zevke açık olması olayın
temelinde var olmalıdır. Fakat bunu başlangıç
olarak görmek mümkündür; bundan ötesi kişinin
gayreti azmi ve kabiliyeti ile ilgilidir. Ozan olmak başka,
olduğu yerde durmak başka, ilerlemek tekamül
etmek, üretmek daha başkadır. Gerek Halk Edebiyatı
gerekse diğer edebiyat tarz ve dalları olarak
derin bir birikime sahibiz. Bugün elinde kalem tutan, saz
tutan, hatta mikrofon tutan herkesin bu derinliğin
sesini duyması önem arzeder.
Çalışmak... yani okumak öğrenmek yenileşmek
ölçü olmalıdır. Bilgiye ilgi, rahmete zahmet
gerekeceğini bilmek ve icabını yapmak söz
konusudur.
Mahmut
Aşkar:
Ozanlık
geleneği çizgisinde sizi etkileyen, kendinize örnek
aldığınız ozanlar oldu mu?
Ozan
Polatoğlu:
Bir önceki soruyla bağlantılı olarak
bakarsak, ozanlığı mevcut kaynaklarımızdan
tanımak gereken bir durumdur.
Usta ozanların hayatını şiirlerini
incelemek dünden bugüne ve bugünden yarına bir bütünlüğü
ortaya koyar. Olması gereken sağlıklı
yol budur. Dolayısıyla benim de etkilendiğim,
hayran olarak okuduğum dinlediğim eski-yeni
ozanlarımız olmuştur. Everekli Seyranî’yi
Sümmanî’yi, Âşık
Reyhanî’yi Âşık Veysel’i burada saygıyla zikretmem
gerekir. Ama ben asıl kaynağı edebiyatımızın
bütünü olarak görüyor ve gösteriyorum. Belki bu benim
sadece ozanlık sınırının ötesine açılmak
isteyişimle de ilgilidir. Ahmet Yesevî’nin
Divan-ı Hikmetinden başlamak Yunus Emre’den
Mesnevi’den, hatta Fuzulî’den,
hatta Faruk Nafizden Necip Fazıl’dan, Karakoç’a,
Reyhanî’ye,
Mahsunî’ye
Veysel’e gelmek sağlıklı bir yoldur.
Mahmut
Aşkar:
Bir
gurbetci ozanı olarak, kendi kültürümüzün
buralardaki insanlarımız arasında da yaygınlaşması
ve korunması için çalıp söylüyor ve yazıyorsunuz.
Dünyadaki gelişmelere ve Batı Avrupa’daki Türklerin
meselelerine atıfta bulunarak, kaleme aldığınız
çok sayıda şiiriniz var. Şimdiye kadar gerek
müzik kaseti ve gerekse kitap olarak ortaya koyduğunuz
eserleriniz hakkında okuyucularımıza bilgi
verir misiniz?
Ozan
Polatoğlu:
Hep tekrarlanan bir ifade vardır: Ozan halkı okur bunu geri halka
anlatır diye. Yani halktan aldığını
halka veren, halkın meselelerini dinleyip-duyup bunu
kalemine şiirine, müziğine yansıtan olmak
anlamıdır bu.. Bizim de kendi noktamızdan dünyaya
bakışımız, tabiatıyla şiirlerimize
yansıdı hep. Dünyaya Anadolu merkezli bakmak,
daha yakın bir gerçek olarak Batı Avrupa’daki
bizim konumumuzdan bakmak, şüphesiz istinat noktamız
olmuştur. Türkiye’nin iç meselelerini, yönetim
yanlışlıklarını yorumlayan,
hicveden duyarlı olmak hasletini ortaya koyan çalışmalarımız
oldu vakti vaktine. Kasetlere yansıyan eserlerden öte,
bu çalışmalar “Burası Feşmekistan”
şiir kitabını meydana getirdi. “Söz İkliminde”
şiir kitabında duygusal, sevgi, aşk şiirlerinden,
fikir ve tefekkür şiirlerine
kadar, Anadolu yorumlarına kadar çeşitli
temalarda yazılmış şiirler bir güldeste
oluşturdu. “Göç Göç Oldu” kitabı ise Batı
Avrupa’daki hayatımızı safha safha anlatan,
İstanbul’dan başlatıp yerleşik düzene
kadar getiren şiir yaklaşımlarıdır.
Sözünü ettiğimiz üç eser Atib yayınları
arasında yayımlanmış bulunmaktadır.
Mahmut
Aşkar:
Yeni
çalışmalarınızdan söz edebilir misiniz?
Ozan
Polatoğlu:
Yazmaya şüphesiz devam edilmektedir, gerek kendi şiir çalışmalarım
gerekse inceleme ve araştırmalar olarak çok güzel
eserler çalışmalar birikmiş bulunmaktadır
ama bunları yayınlamak kolay olmamaktadır. Dünyaya
Anadolu merkezli bakmak, daha yakın bir gerçek olarak
Batı Avrupa’daki bizim konumumuzdan bakmak, şüphesiz
istinat noktamız olmuştur. Yazdıklarımızın
disketle hapsolması, kasete dönüşmemesi beni üzüyor
olabilir ama durum bundan ibaret. Ya da belli konular da araştırma,
taşıma çalışmaları yapmak mümkün
iken, bu yönde bizi çağırmayan yönlendirmeyen
durumların varlığı da hız
kesen başka bir sebeptir.
Mahmut Aşkar:
Çocukluğumu
ve kısmen gençliğimi geçirdiğim yörede
halk aşıklarının sazı ve sözüyle
dile getirdikleri “Ferhat ile Şirin”, “Aslı
ile Kerem”, “Köroğlu”, “Latif Şah” gibi
dinlediğim daha nice hikâyeler ve destanlar zihnimin
derinliklerinde yer etmiştir. Âşık
Elesker’in, Âşık Sümmani’nin, Dadaloğlu’nun,
Karacaoğlan’ın silsilesini takip eden Anadolu
Halk Âşıkları geleneği, sanayileşme
ve şehirleşmeyle birlikte son mu buldu, yoksa hâlâ
devam ediyor mu?
Ozan
Polatoğlu:
Sorunuz kendi içinde bir şuur taşıyor şüphesiz.
Bu güzel geleneğin renklerini tanıyor olmanız,
bu edebiyat güzelliklerinin yaşatılma arzu ve
temennisini içinde barındırıyor. İdrakinde
olarak işaret ettiğiniz Anadolu-Azerbaycan Halk
Edebiyatı, içinde bin bir güzelliği saklamaktadır.
Asırları birbirine bağlayan o sözlü kültür,
nesillere duygu, sevgi, merhamet, ibret ölçüleri
vermek açısından mektep olacak değerdedir. O
derin halk hikayeleri, o aşk ve sevda hikayeleri,
tahayyülün, tasavvurun en güzel örnekleridir. Sunileşen,
hormonlanan çağımızda, bu saf ve öz güzelliklerin
kendini hissettirmesi bir kazanç sayılmalıdır.
Günümüzde eski formatıyla bu geleneğin yaşadığını
söylemek zor. Ama bittiğini söylemek de asla doğru
değil. Önce sanayileşme ve şehirleşmenin
etkisi sonra da televizyondan
internete kadar iletişim araçlarının
getirdiği yeni zevk ve meşguliyetler eski
muhtevadan çok şey götürmüştür. Buna rağmen
o hikayeler bütünüyle olmasa bile içinden seçilen deyişler,
hikayeli türküler, halk türküleri repartuarına
katılmaya devam etmektedir. Sözünü ettiğimiz o
hikayeleri, o destanları blok olarak bugüne taşımak
ilgi görmeyebilir. Ama o hazine muhtevadan bugüne taşıyacağımız
çok güzellikler bulunmaktadır. Bu yapılmalıdır,
yapılınca müzik adına mana adına beğenilen
değerlere kavuşacağız. Çünkü o güzel
şiirler o derin duygusallık, o müzikalite uzun
zamanlardan ve bin bir gönülden rengini
almış zengin değerlerdir. Bugün masa
başında zorlanarak üretilmek istenen eserlerin çok
ötesindedir o güzellikler.
Mahmut
Aşkar:
Türk Aşıklık
geleneğinin Avrupa’daki vatandaşlarımız
arasında da devam etmesi için bir çalışmanız,
bu konularda sizi teşvik edici talepler var mı?
Ozan
Polatoğlu:
Anadolu müziğinin artık Batı Avrupa semalarını
inlettiğini görüyoruz.
Müzik okullarının , saz kurslarının
giderek arttığına şahit oluyoruz. Bu
arada deyişlerin türkülerin Avrupa’da dünyaya
gelen yüreklerde yer ettiğini de gözlemliyoruz. Yani
kültürümüzün sazımızın sesi bizimle
beraber burada. Fakat bu hangi orandadır yeterli midir
buna tam vakıf değiliz. Ya da bu kültür olayını
tesadüflere bırakmanın ötesinde şuur
dahilinde el almalı, burada yaşatma-yaşama çabası
içinde olmalıyız. Batı Avrupa’da bir
gencimizi saza yani “bağlama”ya bağlamak demek
onu Anadolu’ya bağlamak demektir. Müzik ve şiirle
gençlik illa da meşgul olur. Dolayısıyla bu
bağı gönül bağına çevirmek, sevgi ve
ilgi bağına
dönüştürmek zevke yönelirken bile kendi değerlerimizi
hayatımıza katmak anlamında olur. Anadolu Türküleriyle
tanışan gençlik şüphesiz Anadolu’dan ses
ve renk tonlarını ruhuna doldurmuş olacaktır.
Bu sözünü ettiğimiz, yansıma olarak Batı
Avrupa’da vardır ama bunu yansımadan kalıcı
hale getirmeliyiz. Bugüne kadar yapılmak isteyip başarılamamış
çalışmaları daha profösyonel olarak yeniden
ele almak lazım. Benim de şahsen organizesi içinde
olduğum Aşıklar yarışması
şeklinde gayretler oldu ama mevzii kaldı bunlar.
Mahmut
Aşkar:
Bir ozan
olarak, Batı Avrupa Türkü’nün kültürel değerlerimizi
koruma açısından endişeleriniz var mı?
Bu konularda kim neler yapabilir veya neler yapılmalıdır?
Ozan
Polatoğlu:
Tabii ki temenniler endişeler başka, realiteler başkadır.
Anadolu insanının yarım asra yaklaşan
bir zaman dilimini bir başka kültür coğrafyasında
yaşaması bir büyük toplumsal olaydır. Avrupa
gibi iddialı bir yapının içinde, kendi
olarak kalmak kolay değildir ve bu gayretli olmayı
planlı-programlı olmayı, ufuklu düşünmeyi
icap ettirir. Endişelerimiz elbette vardır. Çünkü
ekonomik hesaplar hep kültür konusunu ikinci plana
itmektedir. Entegrasyon ne demektir hâlâ anlaşılamamıştır.
Batı, asimilasyon dememek için Entegrasyon demiştir
sanki. Aslında değişen dünya şartları,
internet çağı çok şeyi birbirine bağlamıştır.
Yani olay bizim Batı Avrupa’da olmamızdan ibaret
değildir. Avrupa Birliği diyen Türkiye bile farklı
bir iklime yaklaşmaktadır. Mesele, bizim kendi güzelliklerimizle,
kendi kimlik değerlerimizle kendimizi Batı
Avrupa’ya taşıyabilmemizdir. Yani boş
olarak değil, kendimizle dolu olarak, Batı
Avrupa’nın zenginlikleriyle bu doluluğu pekiştirmeliyiz.
Derin bir tarihi, zengin bir kültürü olan bir Milletin
evlatlarının burada nasıl var olmaları
sorusunun cevabı kendi içindedir. Kendimizden kaçarak Avrupa’ya koşmak ancak panikle izah edilebilir.
Avrupa’ya yük değil, çirkin görüntü değil,
Avrupa’ya güzellik katma mevcut kültüre yeni renkler katma imkanımız ve
sorumluluğumuz vardır.
Mahmut
Aşkar:
Okuyucularımıza armağan edebileceğiniz
şiirlerinizle bugünkü sohbetimizi noktalamak
istiyoruz. Seçimi size bırakarak, söyleşimize
zaman ayırdığınız için size başarılar
diliyor, teşekkür ediyoruz.
Ozan
Polatoğlu:
Çok sayıda yayınlanmamış şiir var. Seçmek de zor,
iki duygusal şiiri eklemiş olalım bu
sohbetimize.
ŞİMDİ
Sayfalar kapandı, fırsatlar geçti
Hiç beklenilmeyen gün geldi şimdi..
Ararken yeniden başa dönmeyi
İlkler hayal oldu son geldi şimdi..
Rüyalar umuda eklenir gibi
Hazanda gül açsın beklenir gibi
Aynaya kabahat yüklenir gibi
Şüphe geldi şimdi, zan geldi şimdi
POLATOĞLU, geçtik seneyi ayı
Bağladık düğünü, bitirdik toyu
Buraya kadarmış bu yolun boyu
Kervan yükü döktü, han geldi şimdi..
BURASI DEĞİL
Gönülün mekânı burası değil
Gönül buralarda durası değil
İki gönül yakınlığı kaybetti
Uzak, iki ufkun arası değil..
Ayrılığı içerimde yaşarken
Vuslat da derdimin çâresi değil..
Çetinlik,
umuda düşen gölgede
Çetinlik hasretin süresi değil..
Mahvımın sebebi tebessümlerdir
Gözünün kaşının karası değil
Duyguları düğümleyen sızı bu
Bu yara bir hançer yarası değil
Derdine sahip ol, kabul et gönlüm
Gayri şikayetin sırası değil..
|