AB
ve din anlayışı
İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi din hürriyeti derken bunu geniş anlamda ele
alarak sadece inançlar ve ibadetlerle bunların gerçekleştirildiği
ibadet yerleri bağlamında değil, toplumsal
alanda benimsenen dinin farklı şekillerde tezahürü,
ferdî ve kollektif olarak pratiklerinin gerçekleştirilmesi,
eğitim vb. durumları da içermektedir. Diğer
yandan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, herkesin
düşünce, inanç ve din özgürlüğüne sahip olduğunu
belirtirken kişinin kabullendiği dinini ve inancını
değiştirmeye de hakkı olduğunu
bildirmektedir.
Bu maddelerin hemen hepsi 1950'de AB Temel Hürriyetler ve
İnsan Haklarını Koruma Anlaşmasında(mad.9/1)
kabul edilmiştir. Biz konumuzu Fransa örneği
ile sınırlandırdığımız için
bu ülkenin AB'nin almış olduğu kararları
Mayıs 1974 ve Kasım 1980'de aynen kabullendiğini
söyleyebiliriz.
Yabancıların kendi kültürünü muhafaza
etmelerinde ve mensup oldukları din konusunda Fransız
yasaları dolaylı da olsa müslümanların örgütlenmesine,
dinî, kültürel ve sosyal faaliyetlerde bulunmasına
imkan tanımaktadır. İslam gibi (yorumlanması
itibarıyla) sosyal hayatın her yönüne şekil
veren, dinî ve kültürel boyutlarda ayırıma
gitmeyen bir dine mensup müslümanlar için uygun gelmeyen
1905 yasasının dışında, normal
derneklerin kurulmasını içeren 1901 yasası ve
bu yasaya göre kurulan derneklerin tüzüklerinde
belirttikleri "ibadet yeri açma" ve "dinî
faaliyetlerini sürdürme" imkanını getiren 2
Ocak 1907
yasası bunun teminatıdır. Kısıtlı
da olsa 1901 yasasına göre kurulan kültürel amaçlı
dernekler diğer faaliyetlerinin yanında dînî
faaliyetlerini de yürütebilmektedirler. Ayrıca İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi başta olmak üzere, AB
çerçevesinde yapılan uluslararası anlaşmalar
Fransa'nın iç hukukundan önce gelmekte ya da onu bağlayıcı
bir özelliğe sahip bulunmaktadır.
Diğer yandan Fransa'da
1946 anayasasının 13. maddesi din özgürlüğünden
ve nötr, tarafsız bir laiklikten bahsetmekte, aynı
şekilde ekim 1946 anayasası üzerine yapılan
tartışmalar din hürriyetinin hizmetinde bir laik
anlayışını ortaya koymaktadır. 1958
Anayasasının 2. maddesi Fransanın "bütün
inançlara saygı" gösterdiğini belirtmektedir
.
Fransa'da 1980-1985 yılları arasında iş
yerlerinde ve diğer alanlarda ibadet yeri problemi üzerine
sayısızca müzakere ve yorumlar yapılmıştır.
Bir çok yerde, kapatma tehditleri veya kamulaştırma
yoluna gitme gibi, cami açılması için karşılaşılan
problemler, Fransız toplumunun hâlâ büyük bir
kesiminde müslümanların kendi kimlik ve kültürlerini
koruma hakkını reddetme inancının devam
ettiğini ortaya koymaktadır. Oysa 1981 de Birleşmiş
Milletlerin almış olduğu karar "bir dinin
öğretim ve ibadetinin yapılması için, ibadet
yeri yapım ve bakımı hürriyetini öngörmektedir".
Ancak bu tür hak ve hürriyetlerin tanınması
pratikte her zaman uygulanamayabilmektedir. Az önce zikrettiğimiz
tartışmalar bir yana, iktidara gelen partilerin
uygulamaları ve bunlara dolaylı dolaysız etki
yapan bazı ırkçı yapılanmalar da sözkonusu
hak ve hürriyetleri kısıtlayabi- lmektedir. Bu bağlamda
bir yandan bulunulan ülkede lobiler oluştururken, diğer
yandan devletler arası ilişkiler düzeyinde ilgili
makamlar tarafından gerekli görüşmelerin yapılması
bazı tedirginliklerin giderilmesini sağlayabilir.
Bugün Diyanet İşleri Başkanlığının
kendisine verilen imkânlar çerçevesinde oluşturmuş
olduğu yurt dışındaki kadrolarıyla
gerçekleştirilmeye çalışılan hizmetler,
Fransa başta olmak üzere diğer ülkelerin görece
hukukî imkânları yeniden gözden geçirilerek hizmet
politikaları daha da genişletile- bilir.
Ne yazık ki gerek Diyanete sağlanan imkânların
yetersizliği, gerekse -istisnalar hariç- mevcut
personelin özel şartlarından kaynaklanan
eksikliklerin yerini, kökü Türkiye'de bulunan ya da Türkiye'ye
yönelik politika üreten ideolojik yapılanmalar
doldurmaktadır. Bu tür ideolojik yapılanmalar bir
yandan yanlış bir islam imajı ortaya koyarken,
diğer yandan Avrupa ülkelerinde müslüman toplumu
temsil konusunda çok başlılığa yolaçarak
elde edilebilecek imkânların kaçırılmasına
sebep olmaktadırlar. O halde bir yandan Diyanete bağlı
mevcut ya da bundan sonra gidecek görevlilerin çok yönlü
bir formasyona tabi tutularak bugüne ve geleceğe hazırlıklı
olması sağlanırken, diğer yandan
senelerden beri din görevlisi görmeden yetişen ikinci,
üçüncü kuşağın bulunduğu yerlere ulaşmanın
yollarını bulmak gerekmektedir. Bu, Avrupa'da Türk-İslam
kültürünü muhafaza için gereklidir. Aksi takdirde
Avrupa'da, özellikle Türkler arasında çarpık bir
islam anlayışı daha da büyüyecektir. Böyle
bir islam anlayışı ise sözkonusu ülkelerde
entegrasyonu zorlaştıracaktır.
Ancak Avrupa'da Türkler arasında şu ya da bu
şekilde yaşanan islam anlayışının
epistemolojik temelleri burada, Türkiye'de oluşturulmakta,
referans kaynağını buradan almaktadır.
Onun için genel hatlarıyla Türkiye'deki din anlayışının
epistemolojik temellerini sorgulamamız gerekecektir.
II- Avrupa Ülkelerinde
Türk-İslam Kültürü Ve Buna Karekterini
Veren Din Anlayışının Epistemik Özelliği
Avrupa ülkelerinde muhafaza edilmeye çalışılan
kültür ve din anlayışının neliği
sorgulanmadan din hizmeti politikaları üzerinde görüş
beyan etmek ya da bir takım girişimlerde bulunmak boşuna
olmasa da istenen sonuca ulaştırmaya-caktır.
İçinde bulunulan ülkenin kendi menfaatlerine uygun
politikalar açısından asimilasyonu provoke eden böyle
bir durum, aynı zamanda içiçe beraberce yaşanılan
topluma entegre olma konusunda başka problemleri de gündeme
getirecektir.
Avrupa ülkelerine götürülen din hizmetlerinde bu ve
benzer kaosların yaşanmaması için, başta
o ülkelerin sosyo-politik durumları olmak üzere, bu ülkelerde
bulunan Türklerin din anlayışını ve
içinde bulundukları ülkenin şartlarına
göre oluşturdukları kültürü
incelemek amacıyla bu ülkelerde detaylı
sosyolojik araştırmaların yapılması,
bunun için de devamlı olarak hem yurt içinde hem de
yurt dışında dinî-sosyolojik araştırmalar
yapabilecek imkânlara sahip bir "Din Sosyolojisi Araştırma
Merkezine" ihtiyaç bulunmaktadır. Böylece
devamlı şekilde araştırılan ve
incelenen dinî hayatla ilgili tezahürler gözlemlenecek,
buna göre din eğitimi ve din hizmeti politikaları
geliştirilmiş olacaktır. Örneğin Fransa'nın
sosyo-politik ve kültürel genel özelliklerinden, dinî
hayatı etkileyen değişik etkenlerine varıncaya
kadar tümü incelendiği ve neresinde ne kadar Türkün,
hangi özelliklere(eğitim, düzeyi, yaş, cinsiyet,
kaçıncı nesil, dinî durumları vb.) sahip olduğu,
bunların zaman içinde ne gibi eğilimler gösterdiği
bilimsel sosyolojik yöntemlerle tespit edildiği takdirde
verilen her türlü hizmette olduğu gibi, din hizmeti ve
eğitiminde de daha verimli sonuçlara ulaşılacaktır.
Bu gereklilikleri arzettikten sonra Avrupa'da yaşayan
Türklerin din anlayışının epistemolojik
temelleri Türkiye'de oluşturulduğundan,
Türkiye'deki, dinî düşüncenin yapısını,
bu düşüncenin oluşturulmasında etkin olan
faktörleri ve aktörlerin durumlarını kısa da
olsa bilgilerinize
sunmak istiyorum.
Bilindiği gibi din ile o dine ait düşünceler
farklı şeylerdir. Dinî düşünce, Allahın
gönderdiği sabit, sınırları belli, ilahî
ve mutlak bir Din(Vahy)'in şu ya da bu şekilde
yorumlanarak, insan etkinliğine ait tarihsel, sosyolojik
durumlara göndermelerde bulunduğundan, bunun hiç bir
zaman mutlak din olduğu iddia edilemez. Mutlak olan
"Din", münzel, Vahy anlamında bir din olarak
tezahür ederken, bunun belirli normlar ve formlar altında
düşünce ve davranışlarda tezahürü "tedeyyündür".
"Tedeyyün"ü İlahî alana ait aşkın
değerlerin belirli şartlar altında yaşayan
insanların düşünce ve hayatlarında sosyal
norm ve formlara girmiş hali olarak tanımlamamız
mümkün görünmektedir. Bu bağlamda dinî fikirler ve
kavramlar dünyasının sosyolojik durumlar ve onun değişiklikleriyle
esaslı bir şekilde belirginleştiğini
söyleyebiliriz.
SAYFA
BASI
Yazarın
diğer
yazıları:
AB
ve din anlayışı
Entegrasyon
tek yönlü bir olay mı?
Eğitimsizlik
mi, Kader mi ?
İnançlarda
ve düşüncelerde yanlışlıklar
İslamda
çalışma hayatı
Din
Anlayışımıza Dair
Selam
SAYFA
BASI
|