Hey du...
Genç
adam sağ eliyle belini
tutarak yavaşca doğrulmaya çalıstı.
Cebinden çıkardığı
yırtık bir mendil ile alnından akan teri ve tüm
yüzünü kaplayan tozu silmeye çalıştı.
Kaç saattir hiç
durmaksızın bu monoton işi yaptığını
unutmuştu bile. Aylardır sağlığını
tehdit eden çesitli işlerde
çalıştıktan
sonra hayat O'nu bir inşaat sektörüne de sürüklemisti.
Sabah'tan gece yarılarına kadar ağır
mal taşıdığı
ve zor sartlar altında çalıştığı
için feci bel ağrıları
O'nun korkulu rüyaları olmustu. İşçi olarak
geldiği bu yabancı ülke'nin dilini ve kanunlarını
bilmediği için
henüz doktora bile gidememişti.
Ve
yine bir an umutsuzluğa
kapılarak yüzünde bir garip hüzün belirdi. Ve yine
neden buralara geldiğini
sordu kendi kendine. Aslında bu sorunun cevabını
biliyordu. Sol cebinden çıkardığı
kenarlarları yırtılmış fotoğrafa
uzunca baktı. Ailesinden kalan tek hatıra idi bu
fotoğraf. Köyün'deki
sahip olduğu toprak
verimli olmayınca geçim
derdi yüklenmisti omuzlarına. Köylüler tarafından
ağızdan ağıza
anlatılan bu ülkeyi hiç
tanımıyordu aslında. Ne
insanlarını bilirdi ne de dilini ve dinini. Bir kaç
kuruş ekmek parası kazanma umuduyla gelmişti
buralara. Geçim derdi itmişti
O'nu bu diyarlara. Memleket özlemi ile yabancı bir ülkede
yeni bir hayat kurma umudu arasında gidip geliyordu.
Oysa ne hayallerle gelmişti ta buralara...
Tam bu sırada yüksek bir ses O'nu hayallerinden koparıp
tekrar acı gerçeğe
geri getirmişti. "HEY DU, ran an die Arbeit",
diye O'na doğru bağırıyordu
bir yetkili. Kelime hazinesinde henüz fazla yabancı
kelime mevcut olmasa da bu sözlerin anlamını çok
iyi biliyordu. Aylardır ismiyle değil
"HEY DU" diye hitap ediliyordu. Bu ülkede Ahmet ile
Mehmet arasında bir fark yoktu.
Kimliğini kaybetmiş
bir işçi, bir sayı
idi O. Hem yetkili hem halk tarafından hor görülüyor,
3. sınıf vatandaşı gibi muamele görüyordu.
İçini kemiren derdi
kimseye anlatamıyor, kimse anlamak istemiyordu. O'nun tek
tesellisi memleketinden getirdiği
bu aile fotoğrafıydı.
Onları yanına getirebileceği
günü iple çekiyordu.
Ancak bunun için daha çok
sabretmesi, çok çalışması
gerekirdi.
Fotoğraftaki yüzleri okşadıktan
sonra tekrar sol cebine koydu. Küreğini
eline alarak yavaşca eğildi
ve bu monoton ise daha saatlerce devam etti. Gece karanlık
çöktüğünde
herkes sıcak yorganına sarılarak kendini tatlı
uykuya verir iken, O hala ay işiğinda
kazmaya devam ediyordu. Biraz sonra gecenin derin karanlığı
toza bürünmüş bedenini tamamen yutmadan evvel O'da diğerleri
gibi kibrit kutusu misali evinin yolunu tutmaya koyuldu. Yarın
yeni bir gündü, yeni umutların günüydü.
Yukarıda anlattığım
bu kısa öykü, bundan 30-40 yıl önce ekonomik ve
politik nedenler gereği
kendi memleketlerini terk etmiş ve başka ülkelere göç
etmiş dedelerimizin garip öyküsüdür. Bunlar ki,
kendi kaderlerine terkedilmişlerdir.
Göç ettikleri yabancı
ülkede ne tür sorunlarla karşı karşıya
kaldıklarını bizler bugün aklımıza
getiremeyiz bile. Bugün bu ülkede lüks ve rahatlık içinde
sürdürdüğümüz hayatımızı
zamanında memleketlerini bırakıp üç
beş kuruş ekmek parası kazanma umuduyla İsviçre'ye
ilk ayak basan dedelerimize borçluyuz.
1960’larda başlayan Türkiye’den yurt dışına
işci göçü Türkiye ve o zamanki adıyla Avrupa
Ekonomik Topluluğu arasında
imzalanan Ortaklık Anlaşmasından itibaren başlamıştır.
Türkiye’nin o dönemde yurt dışına iş gücü
gönderme istemi birkaç nedene dayanmaktaydı. İhracatı
ve turizm gelirleri düşük olan Türkiye için işçi
dövizleri önemli bir potansiyel kaynak oluşturuyordu.
Bunun yanısıra özellikle tarımda sanayileşmeye
geçmenin getirdiği işsizlik
sorununun bir ölçüde yurt dışına iş gücü
göndermekle azaltılması planlanıyordu. Ayrıca
yurt dışına gönderilen isçilerin yurda dönüşlerinde
çesitli beceri ve niteliklere sahip olacakları ve bunların
yerli sanayiye katkısı olacağı
hesaplanıyordu.
Öte yandan Batı Avrupa ülkelerinin iş gücüne
olan ihtiyacı Türkiye’nin bu gereksinimleriyle örtüşmekteydi.
Göçmen akımına uğrayan
İsviçre Hükümeti yabancı işçilerin
ekonominin ayrılmaz bir parçası
olduğunu anladı. Ve
bu yüzden göçmenlere bazı kolaylıklar tanındı,
mesela aile birleşimi 36 ay'dan 18 ay'a indirildi ve
oturma izni uzatıldı.
1960’lı yıllarda başlayan Türk göçü, 1973
yılında işçi
göçü alımının durdurulmasıyla
1974’ten sonra aile birlesimi yoluyla göç yoğun
bir sekilde gündeme geldi ve bununla birlikte işçi
göçü nitelik değiştirmiştir.
Bu arada İsvicre halkının bazı endişelerı
vardı. Söyle ki, İsvicre'nin yabancılaşmasından
ve iş gücünün azalmasından korkan halk, İsvicre'de
bulunan yabancı uyruklu işçilerin
oranının düşmesini talep etti. Bu durum halk
oylamasına sunuldu.
Ancak sonuç yabancıların
lehine idi, oylama 54% oranla kabul edilmedi.
Görevlerini
yerine getirdikten sonra tekrar kendi ülkesine dönmesi
beklenen göçmenlerin büyük
bir çoğunlu
bir daha yurduna geri dönmedi. Yıllar sonra ağaçlar
dallandı ve ilk meyvelerini verdiler. Kimi göçmen
çocuğu
eğitimini İsviçre
gibi zengin, hayat standardı yüksek bir ülkede sürdürme
şansını buldu, kimi küçük
yaşlarda babası tarafindan okutulmayıp fabrika
hayatına mahkum eve para getirmek zorunda kaldı.
Bundan bir sonraki nesil, yani bizler, iki kültür arasında
büyüme sansına sahip. 30-40 yıl önce
dedelerimizin yaşadıkları zorlukları,
dertleri İsviçre'deki
3. nesilin sorunlarıyla kıyasladığımız
zaman, arada dağlar
kadar fark olduğunu görüyoruz.
Onlar zamanında neredeyse köle hayatı yaşarken
bizler bugün kimlik kaybı gibi sorunlarla basetmeye çalışıyoruz.
Ancak hicbir zaman nereye ait olduğumuzu
unutmayalım. Dedelerimizin ne zor şartlar altında
Türkiye'nin ücra köşelerinden kalkıp buralara göç
ettiğini unutmayalım.
Belki benim anlatamadığımı
Nazim Hikmet'in
( 1902-1963)
"Davet" adlı şiiri cok güzel anlatıyor:
DAVET
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak bası;
gibi uzanan bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya
benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları,
bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana
kulluğunu, bu dâvet
bizim....
Yasamak bir ağaç gibi
tek ve hür ve bir orman gibi kardesçesine, bu hasret bizim...
Esen kalin.
SAYFA
BAŞI
Yazarın
diğer
yazıları:
Hey
du...
Sigara
Bağımlılığı
Uyuşturucu
Bağımlıları 2
Uyuşturucu
Bağımlıları 1
Medeniyet
insanların lisanında saklıdır
SAYFA
BASI
|