Ölmeden
önce ölmek
„Bir
kerre sevip vuslata erdiyse cihanda“ mısrasının
içine girdiğimiz zaman; vuslatın cihanda olması gerektiğini
bize bildirir. İslam tasavvufuna bir baktığımızda
„ölmeden
önce ölmek“ diye bir tabir vardır. İnsanın
yaratılış gayesini, dünyaya gönderilişini
ifade eden bu görüş, inanış „niçin dünyaya
geldik?“ sorusununda bir nevi cevabı niteliğindedir.
İnsan, yüce Allah’ın varlığına
inanmayanların görüşlerinide belirttikleri gibi yiyip, içmek, yaşamak, gezmek,
birleşmek v.s... için gelmemiştir. Böyle bir geliş
insanı diğer canlılardan ayırmaz ve bir
nevi onların seviyesine indirir.
Halbuki şerefli, en güzel şekilde ve halife
olarak yaratılmış olan insan, başta verdiği
sözünde durup - duramayacağı adeta „sınanmak“
için yer yüzüne gönderilmiştir. İşte bu sınamanın
ve sevgiliye (yüce Yaradan’a) verilen sözün bilincinde
olan insan, ölmeden önce her gün sanki ölmüş gibi
kendi kendisini sorguya çeker ve doğumla ayrıldığı
sevgilisine kavuşmak için hazırlık yapar. Bu
hazırlığın kendi içinde olumlu yönlerinin
nur kıvılcımlarını hissettiği, gördüğü
zaman kamil insan olmuştur ve aynı zamanda da
vuslata erişmiştir.
İşte böyle bir açıdan bakıldığı
zaman „ölüm“ yokluk, yokluğun başlangıcı,
herşeyin sonu değildir. „İki kapılı
bir han“ olarak tasvir edilen bu dünyanın „çıkış“
kapısı veya başka bir aleme „geçiş“
kapısıdır. Bu „geçiş kapısının“
genişliği veye geçiş süresinin boyutu hakkında
bir fikir ileri süren şair, bu dönemi vuslata kavuşanlar
için „iyi rü’yasına dalmak ve uyumak“ olarak
tasvir etmektedir. Buradaki geçiş dönemi olarak
nitelenen zaman, insanın mezarda ve Arasat Meydanı’nda
toplanacağı ana kadar geçirmiş olduğu
zamandır. Bu geçen süreyi, güzel insanlar (vuslata
erenler) için iyi bir rüya ile dolu olan ruhun uyuması
olarak görmektedir.
Şair, tekrar cihan üzerindeki hayata dönmektedir:
„Bin zevk aramak kaydına düşmekle zamanda“
derken, yaşadığı zaman diliminde sadece
bedensel, plastik veye nefsanî amaçlara dönük zevk
aramakla ömrü geçirip, kendisine „Niçin bu dünyaya
geldim? Gelişimdeki ilahi sır nedir? Verdiğim söz
ve aldığım vazifeler nelerdir?“ gibi soruları
sormayıp, gününü gün etmek isteyen, sadece bu alemi
gerçek sanıp, hayatı ölümle sonlayan insanlar için
şiirin son mısrasında gerçeği yüzlerine
vurmaktadır. Nedir bu gerçek diyecek olursak; „Her gün
yorulup“ demekle bir önceki mısradaki „zevk için“
her gün yorulmakta olan insanı tasvir etmektedir.
Bedensel veye nefsani zevkleri için yorulan insan
burada belirtilmekte, bu insan Hz. Nuh (as) gibi bin yıl
da yaşasa, boş yere yaşamış olarak hükmedilmektedir.
Bin yıl yaşadığı kabul edilen Hz. Nuh
(as), Yaradan’ın elçisi olarak değil, en uzun yaşayan
insan olarak misal verilmektedir. Çünkü, bizim inancımızda
yüce Allah’ın elçileri olan bu güzel insanlar, diğer
insanlara örnek seçilmiş insanlardır. Böyle bir
ulvî görevle seçilmiş insanların katiyen nafile (boşa)
geçmiş hayatları olamaz.
Sonuca
gelecek olursak; şiirin merkezinde insan ve onun hayatını
görmekteyiz. İnsanın niteliği, burada
belirtilmiş ve „seven“ bir insan olmasına bağlanmıştır.
Olgun insan, ne ile nasıl ve niçin yaşadığı
izah edildikten sonra, sevgiliye kavuşmayı hayatının
esas ve tek amacı olarak bilmiştir. Hayatı
boş zevklerle geçen bir serüven, macera gibi görenlerin,
böyle bir hayatı bin yıl dahi sürse; boş ve
manasız olarak yer yüzünde bir yer işgal
ettikleri ortaya çıkmaktadır. Bugünün
insanı, bir çok noktadan, dünün insanından daha
rahat yaşamakta, isteklerine, istediklerine ulaşabilmekte,
fakat özünü yitirip Batı Medeniyeti’nin reel (gerçek)
bir hayvanın durumuna düşürüp, aşkı da
plastik değerlere indirerek karşılıklı
çıkarlara dayandırdığı için mutlu
bir görüntüde olsa bile içinden mutlu değildir.
Halbuki insanın dünyada sergilemek istediği hayat
ise mutlu ve barış dolu bir hayattır. Bu hayat
ise ancak ilahi bir sevgi ile mümkündür.
SAYFA
BAŞI
Yazarın
diğer
yazıları:
Ölmeden
önce ölmek
Olgun
İnsan
İnsan,
güzellik ve yokluk
SAYFA
BASI
|