OLAYLAR Mehmet
Ali Aladağ
|
|
aladag@turkpartner.de
|
VARILMAZ
MENZİLE BU GİDİŞ İLE...
Hemen aşk atna binip süremeyeceğim, çünkü aşk
yok ki atı da olsun. Aşk olmayınca at olmaz, at
olmayınca da menzile (hedefe) varılamaz! Olması
gereken aşk; bizi yoğuran kültürün mayasıdır.
O sihirli, o binbir manayı içinde saklayan gizemli, tılsımlı
kelime asli manasından saptırıldığı,
rafa kaldırılıp şairlerın, ozanların,
dervişlerin kitaplarına hapsedildiği günden
beri yaşayan/yaşatılan
kültürümüzün mayası da bozuldu.
İnsanlarımız arasında muhabbet,
sohbetlerimizde tat ve bereket kalmadı. Aşık
olamadan `aşk`ı yaşamaya yelteniyoruz, halbuki
evliliklerimiz genellikle iktisadidir. Hır-gürle geçen
evlilik hayatımızdan aşkla ve şevkle
insanlığa yeni nesiller yetiştirmek mümkün mü?...
Aile sohbetleri;
televizyon dizileri ve başkalarını çekiştirmeyle
telafi edilmeye (!), cemiyet toplantıları; futbol
karşılaşmalarını pür dikkat takip
etmelerle baltalanırsa, muhabbete yer mi kalır? Ve
muhabbetin olmadığı yerde aşk mı yeşerir?
Aşksız ibadet; alışılagelmiş
hareketler ve ezberlenmiş sözlerden öte, icra eden için
bir mana ifade etmediği gibi, aşktan mahrum bırakılmış
alimin elinde ilim de (bugünkü dünyamızda olduğu
gibi) baskı ve üstünlük aracı olarak zulme dönüşür.
İnanan insanların gönülleri, ufukları ve
hizmet sahaları geniş, hedefleri büyüktür. Feodal
yapılanma (aşiret/kabile/bölge/parti/tarikat vesair
unsurların ön planda tutulması) hakkıyla
inananların menzile giden yolda önlerinde engel değildir
ve olmamalıdır! Dünya insanlığının
ezici çoğunluğu yoksul iken geri kalan azınlık
maddi bolluk içinde yaşıyor. Fakat, hem karnı
doymayan fakirlerin, hem de varlık içinde yüzenlerin
ortak bir noktası var: Sevgiden yana yoksulluk. Sevgi karın
doyurur mu? Doyurur! Sizden olmayan ırklara ve inançlara
mensup insanlara sevgi beslemeniz, muhabbet duygularınızı
harekete geçirir. Birilerine karşı muhabbeti
olanların merhameti de olur. Merhamet sahibi insanlar ise
(imkânları dahilinde) açları doyurur, çıplakları
giydirir, yetime, hastaya zulme uğramışlara
yardım elini uzatır.
Sanayileşme ve teknolojik gelişmenin zirvesinde tökezlemeye
başlayan Avrupa’nın merkezinde yaşayan Müslüman-Türk
Azınlığın gelmiş olduğu noktayı
tahlil edebilmede sıkıntılarımızın
olduğunu biliyorum. Herkes birlik-beraberlik çağrıları
yapıp nutukları atarken, ne hikmetse kimse olduğu
yerden bir adım ileriye gitme niyetinde değil! Geçtiğimiz
son haftalarda Almanaya’da Türkler alehine oluşturulan
kamuoyu koro halinde ve biraz kibarca (!); „Size tahammül edemiyoruz, artık defolun buradan!“ dediler
ama biz ya anlamadık, veya anlamamazlıktan geldik.
Her iki durumda da kendi açımızdan durum vahim!
Durumun vahim olmaması için durabilmek, yani ortaya bir
şahsiyetli duruş/tavır koyabilmek lazım.
Tavır koyabilmek için, kendi içinizde ve en üst düzeyde
birlik sağlamanız şarttır. Birbirine riyakârlık
yapanların; hepimiz aynı milletin ve dinin mensuplarıyız,
dedikleri halde birbirlerine sırt dönen, dirsek gösteren,
hatasından ve yanlışından kendine pay
çıkaranlardan ne beklersiniz?
Ve bu gidiş, bu tavır, bu niyet ve zihniyetle hedefe
varmak mümkün mü? Aşk ile sevmeyenlerden
mesuliyet duygusu taşımaları beklenemez!
Mesuliyet duygusu gelişmemiş insanlardan ise benim
derdimle hemdert olmalarını beklemek beyhudalıktır.
Fikirleri, zikirleri, din ve milliyetleri ne olursa olsun,
onlar beyhuda işlerle meşgûldurlar. „Allah adına“,
„Allah aşkına“ sevmeği dillerinden düşürmedikleri
halde onlar, aşk pınarının
yakınından bile geçmemişlerdir.
Anadolu’nun manevi fatihlerinden ve Türk Mutasavvıfı’nın
ilklerinden kabul edilen Hoca Ahmet Yesevi, „Aşksızların hem canı yok, hem imanı/Resulullah
sözü dedim mana hani“ derken, bu ekolun Anadolu’daki
önemli şahsiyetlerinden birisi olan Mevlana da, „Benim
peygamberimin yolu aşktır“ demektedir. Yine
aynı silsileden gelen Yunus Emre’nin meşhur sözünü
bilmeyen, duymayan kalmamasına rağmen, biz yine de
hatırlatalım; „Ben gelmedim da’vi (kavga) için, benim işim sevi (sevgi,
barış) için / Dostun evi
gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.“
Anadolu’nun Türkleşmesi ve Müslümanlaşması’nda
zemin hazırlayan, fikri yapının mayasını
aşkla yoğurarak her dinden ve milliyetten insanların
İslam’ı seçmesinde „Gönül Fethi“ rolünü
üstlenenler, yine bu topraklar üzerinde gerçekleştirilen
imparatorlukların ve buna bağlı medeniyetlerin
manevi liderleridirler. Bunlar; bilmediğiniz, duymadığınız
şeyler olmadığına ve camilerdeki hocaların,
irili-ufaklı siyasilerin ve sivil kitle kuruluşları
idarecilerinin ağızlarından düşürmedikleri
isimler ve mevzular olduğuna göre, niçin bunlara vurgu
yapıyoruz?
-Biz, aşkla ve
şevkle mayası yoğrulan, insana verilen kıymet
ve sevgi sütunları üzerinde yükselmiş öz
medeniyet değerlerimizden habersiz bedbaht bilgisizleriz.
Bizi, bahtsız, kendisi ve kendisinden olanlarla
kavgalı kılan unsur, bilgisizliğimiz ve
idraksizliğimizdir. Ezbere bilmekle, idrak edebilmek çok
farklı şeylerdir. Yazımızın başlığını
(bildiğiniz gibi) bir halk türkümüzden aldık: „Varılmaz
menzile bu gidiş ile/Hemen aşk atına binip sürmeli.“
Haklı-haksız eleştiri, töhmet, suçlama ve
karalamalarla karışık bir saldırıya
maruz kalınca, kabuğumuza çekilmeyi, susmayı
tercih ederken, bazen de „bu
kadarını da haketmedik“ diyerek isyan edecek
noktaya geliyoruz. Neticede ise, çözüm üretemiyoruz çünkü;
ya kendi değerlerimize bile at gözlüğüyle bakmayı
öğrenmiş, ya da (ezberlediğimiz halde) bunu
idrak edecek ferasetten, kucaklayacak anlayıştan ve
aşkla yaklaşacak yürekten mahrumuz.
Sizlerin olduğu gibi, benim çevremde de „Hacı“
ünvanını (!) almış insanlar vardır.
Bu kutsal dini vazifeyi hakkıyla yerine getirenleri
tenzih ederek devam etmek istiyorum: Bazı (bazen ciddi
bir orandır bu) „Hacı“ların mübarek
topraklara bir turist alakasından daha düşük düzeyde
ilgisiz ve bilgisiz gidip-geldiklerine şahit oluyorum.
Halbuki, bu yol hasretlik yoludur. Bu hasretlik, aşık
olduklarımıza karşı duyduğumuz
hasretliktir. Sadece Pakistan’ın değil, bütün
İslâm aleminin önde gelen düşünürlerinden olan
Muhammet İkbal; „Aşk
sözünün kan parası hasretliktir.“ diyor.
Hasretini çektiğiniz, aşık olduğunuzdur
veya aşık olduğunuzun hasretini çeker, ona
kavuşmak için can atarsınız. Bu ne manalı,
mübarek ve hikmetli sözdür:
Benim peygamberimin
yolu aşktır.
Bu yol hem bizi, hem de bütünüyle insanlığı
selâmete götürecek yoldur. Geriye dönüp baktığımızda
bu yolu tercih edenler ve etmeyenlerin vardıkları
menzili, akibetlerini görmek mümkündür. Hz. Peygamber’i
kendine rehber edindikleri iddiasında bulunanlar, bundan
ibret almadıkları müddetçe aşksız,
şevksiz ve zevksiz bir hayat tarzına (müslümanlar
olarak) mahkûmuz.
Yazarın
diğer
yazıları:
Varılmaz
menzile bu gidişle
Bomba
yağar başıma
Gurbet
düğünleri
ALSAK
MI, ALMASAK MI?
Terörizmle
kolonizm arasında
SAYFA
BASI
|