OYUNA
GELMEMEK
Almanya’daki son yıllarımızı
kartondan kaplan, Metin Kaplan’la oyalanarak ve oyalatılarak
geçirdik. Ellerine tahta kılıçlar yerleştirilen
bir avuç zavallı, nam-ı meşhur “Köln
Halifesi”nin liderliğinde hem Almanya’yı hem de
Türkiye’yi fethederek, “Şeriat Devleti”ni kuracaktı
(!). Karnı tok kedinin, pençeleri arasında can çekişen
fareyle oynadığı gibi, medya ve yetkili
merciler, yarattıkları bu fenomeni istedikleri
şekile sokarak, istedikleri şekilde kullandılar.
Medyadik Kaplan, yazılı ve görüntülü basının
vazgeçemedikleri simalardan bir haline getirilmiş, az
daha hıristiyan annelerin, söz geçiremedikleri çocuklarını
korkutacak bir müslüman kimlikli ve kılıklı
canavar yapılıvermişti. Yapılan medya
propagandasının tesiriyle hareket eden samimi ve
safdilli müslümanlar; bu belâdan kurtulmak için dua
ediyorlardı. Kaplan fenomeninden kurtulunduğunda
rahat bir nefes alacaklarını, Almanya’daki müslümanlara
bundan sonra dalaşılmayacağını
zannedenler, çok sürmeden sükût-u hâyâle uğradıklarını
gördüler. İçimizden bazıları; “Keşke
Metin Kaplan’ı Türkiye’ye teslim etmeyerek bir müddet
daha onunla meşgul olsalardı. Meğer, bir parçacık
huzurumuzu onun varlığına borçluymuşuz. O
elden çıkınca, tekrar bizim yakamıza yapıştılar.”
şeklinde itirafta bulunuyorlardı.
Yine medyatik propaganda ve dezinformasyonun tesirinde kalan
samimi ve safdilli Alman vatandaşlarımız da; yıllardır
Alman medyasını ve resmi makamlarını meşgûl
eden, Alman ve Türk
devletinin korkulu rüyası; bu tahta kılıçlı
kartondan kaplan, Metin Kaplan’dan kurtulurken, “Gott sei
dank!” (Allaha’a şükür) diyerek rahatlamışlardı...
Onların da hevesleri ne yazık ki çok sürmeden
kursaklarında kaldı, çünkü; bir Metin Kaplan
yaratan güçler, fazla zaman geçirmeden nice Kaplanlar
piyasaya sürdüler.. Çünkü, düşmansız yaşamak
mümkün değildi. Müslümanları dize getirmek, töhmet
altında bırakmak ve hıristiyanları
galeyana getirmek için seçilen propaganda malzemesi, iki
tarafı keskin kılıç gibiydi: Bir tarafı püskürtmek,
diğer tarafı hücuma geçirmek için...
Şuurlu olarak kendi halkını “Öcü Müslüman”
tiplemeleriyle korkutanlar, müslümanları da yine müslümanlarla
korkutuyorlar. Bu, “Çayın taşıyla çayın
kuşunu vurmak” gibi birşeydir. Kendilerinin
korkaklığından değil, kurnazlıklarından
kaynaklanan bir maharetleridir.
Batı Avrupa Türkleri’nin, hatta müslümanlarının
gelecek yıllarda AB içinde nasıl ve ne kadar varlık
gösterecekleri hususu, Alman Devleti’nin ve tebaasındaki
Türk azınlığın tutumu ve duruşuna göre
şekillenecektir. Resmi ağızların ve
mercilerin birazcık sunî iltifatı karşısında
ağzı sulanmaya, dizlerinin bağı çözülmeğe
başlayan islâmî kuruluş temsilcileri, “Kardeş
Kuruluş” dediklerinin zaafiyetlerinden ve hatalarından
kaynaklanan taraflarını antipropaganda malzemesi
olarak kullanır, onları küçümseyerek ve kötüleyerek
kendilerini birilerinin gözüne girmek,
itibar-mevki kazanmak için lanse ettirme bedbahtlığına
düşerlerse, bunun bedelini Allah indinde, (eğer
varsa) vicdanlarında ve tarih önünde ödeyeceklerdir!..
Yaptıkları eğer ihanet değilse, hadiselere
at gözlüğüyle bakma veya şahsiyetsizliktir. Bunun
vebalini gelecek nesillere yüklemeğe kimsenin hakkı
yoktur.
Bilhassa Almanya’daki Türkler üzerinde onyıllardan
beri oynanan oyunların farkında olanlar; nice önce
göklere çıkarılan “Şeyhülislam”lar, başkanlar,
temsilciler, sonra da; onları oraya çıkaran eller
tarafından, tekrar senaryo tamamlandıktan sonra, alaşağı
edildiklerini gördüler.
Almanya’daki hiçbir üst kuruluş tek başına
ne Türkleri, ne de müslümanları temsil etmemektedir.
Henüz daha arzu edilen o altyapı –maalesef- oluşturulamamıştır.
“En büyük benim” diyenlerin, büyüklüğün; şahsiyet,
samimiyet ve ilerigörüşlülükle bağlantılı
olduğunu unutmamalıdırlar. O ilerigörüşlülük
ki, oynanmak istenen oyuna gelmemek gibi birşeydir.
Yazarın
diğer
yazıları:
Oyuna
Gelmemek
Cavanlık
Bir Uçar Kuştur
Kocalık Bir Naçar İştir
Varılmaz
menzile bu gidişle
Bomba
yağar başıma
Gurbet
düğünleri
ALSAK
MI, ALMASAK MI?
Terörizmle
kolonizm arasında
SAYFA
BASI
|