MEYDAN
Hasan
Kayıhan
|
|
hasankayihan@hotmail.com
|
BİZİM “DİASPORA” SHOW
Aslında bir azınlığın yaşadığı bölge
anlamına gelen diaspora zamanla değişik ülkelerde yaşayan
aynı soydan insanların ilgi ve etkinlik alanı anlamında da
kullanılır olmuş; eğer bu kavram, bazı Türk yazarların
ifadelerinden çıkarılabilecek olan ”kendi ülke sınırları
dışında yaşayanların sayısal gücü” anlamına gelseydi,
biz Türkler dünyanın en büyük diasporasına sahip olduğumuzu
iddia edebilirdik; ne var ki diaspora, “belli bir amaca
yönelik kitlesel etkinlik faaliyetinde bulunma” eylemine
bağlı bir sosyoloji terimidir. Şimdi şakayla karışık
sormanın tam zamanıdır: “-Acaba Türkler diasporatik
midirler?”
Avrupa’da sayıları binleri bulan
derneklerimizi alfabetik sıraya dizip listelersek maşallah
düşmanın ödünü patlatacak, dostu sevinçten delirtecek kadar
iyiyiz; lâkin kitlesel çalışmaları takiple görevli ilgili
Alman kurumunun bir memurunun eline bu listeyi verseniz,
adam gözlerinizin içine bakarken sadece gülümser. O, bu
dernekler hakkında Türkçedeki “tabela derneği” ifadesini
bile kullanmaz, “iskambil dernekleri” der, geçer; aslında
bu, çok büyük bir haksızlıktır; zira çoğu derneğimizde
kâğıt, okey, tavla oynamak yasaktır; yasak olmayan tek şey
ise “konuşmaktır!” Aslına bakılırsa, çok konuşkan bir toplum
muyuz, sorusuna “evet,” demek de pek mümkün değildir; zira
en çok kullandığımız kelime türü ne fiil, ne sıfat ne de
isimler, aksine “oh!”, “ah!“, “vah!”, “tuh!” ve Almancadan
transfer ettiğimiz “jaa!” ya da “jeah!..” Televizyondaki
dizi ya da futbol maçı sona erdiğinde derneklerimizin
değerli üyeleri yarım saat kadar seyrettikleri konu hakkında
% 50’si belden aşağı kelimelerle değerlendirme konuşmaları
yaparlar ve ertesi hafta bir başka dizi ya da futbol maçını
seyretmek üzere vedalaşırlar. Bu kategoriye giren
derneklerimizi “Çay Demlenen Dernekler” adı altında
toplayabiliriz. Kirası ucuz, oturma ve büro alanlarına uzak,
genellikle sanayi bölgelerinde eski bir atölyeden bozulup
bölünmüş mekânlardır. Bir de “Meyve Suyu ve Kurabiye”
derneklerimiz vardır ki, bunlar yukarıda tarif edildiği
biçimde “ilgi ve etkinlik” anlamında “diaspora” derneği
kategorisine alınmaya daha yakın görünürler; zaten ismleri
de öyle avamî değidir; ya “konsey” ya da “kongre, vakıf,
forum” gibi entel isimler takınırlar, hatta başlarına
“dünya, avrupa” gibi kendilerini daha da “güçlü”
gösterecek mesir macunu tarzında ünvanlar eklerler.
Genellikle iyi bir semtte, şirin bir apartman katında yer
tutarlar; üstelik maaşlı özel sekreterleri, danışmanları,
araştırma görevlileri, basın ve halkla ilişkiler elemanları
vardır; vardır da, şöyle yakından incelendiklerinde bu
muhteşem döşenmiş “ofislere” ayda toplam üç-beş –belki
altı!- kişinin ancak uğradığı görülür; aidat bile ödemeleri
gerekmeyen üyeler kâğıt üzerindedirler, zaten arzulanan da
budur. Bu tür eksan/trick oluşumlarda, tüzükte yazılı
olmayan asıl amaç, yukarıda bir yerlerde birşeyler için
didinenlere “şahaneyiz, muhteşemiz, dalga dalga geliyoruz,
süpürüyoruz, şampiyonluğa yürüyoruz,” mesajları “vermek”
esas olduğu için en çok sevilen üyeler etliye, sütlüye
karışmayan, çağrılınca bir gölge gibi gelip “hadi
alkışlayın,” dendiğinde şakşaklayanlardır. Elbette yasalar
gereği bu tür “dia-spor” oluşumların da genel kurul
yapmaları, bir yönetim oluşturmaları kaçınılmazdır; ancak
yönetime getirilenlerin ismi ister “yönetim kurulu üyesi,”
isterse “icra heyeti azası, uygulayıcı sekreterya,
vorstandsmitglied, member of directionship” olsun, onlara
pek fazla iş düşmez; düşen iş de senede, hatta iki senede
bir “big boss” şöyle bir görüneceği zaman fazla öne
çıkmadan “loş karanlığa sırtını dayayan kuru kalabalık rolü”
verilen diğer üyelerin arasına karışıp “muhteşem ilgi”
fotoğrafını çeşitlendirmektir.
Belki burada akla şöyle bir soru gelebilir;
hangi aklı evvel kalkar da böyle bir oluşumu finanse eder;
bu sorunun cevabını şu para sesini de yansıtsın diye eğip
büktüğüm –gene Almancadan aşırdığım- “tri-n-ck” kelimesinde
bulabilirsiniz. (Özel İzahlı Lügat: Almanlar, bizim
gözboyama, kandırma, uyutma, halletme kelimelerini
söylemekte zorluk çektikleri için bütün bunların yerine
“trick” diyorlar.) İkinci soru, “ne gerek var?” olabilir.
Bunun cevabını da kendimizden verebiliriz: Anamızdan çıplak
doğup kefenle toprağa döneceğimiz halde nedir o gardroplar
dolusu elbiseler edinmemizin sebebi?
Hem sanılmasın ki bu tür Dia-Spor’cular
gerçekten avuç dolusu paralar harcarlar. (1. kare: Adam üç
arkadaşıyla kalabalık bir müşteri grubuna sahip bir
lokantada yemek yemektedir. 2. kare: Adamın basın danışmanı
elinde fotoğraf makinası kapının ağzında belirir.3. kare:
Adam ayağa kalkar, yağlı ellerini beyaz peçeteye
silerkennnn... basın danışmanı deklanşöre basar. İki gün
sonra zaten haber sıkıntısı çeken gazetelerin Avrupa
baskılarında bir fotoğraf ve altında bir yazı: “Filanca
Büyüğümüz basın mensuplarına verdiği yemekte Türkiye’nin
Avrupa Birliği perspektiflerini anlatırken... (Beyaz
peçeteyi adama kâğıt diye işte böyle yuttururlar(!).
Yeniden bizim biçimlendirdiğimiz “diaspora”
kavramını izleyelim: Gerçekten samimi insanların
didinişleriyle ayakta duran ve gerçekten toplumsal amaçlar
güden derneklerimizi bir tarafta tutarak öteki “Dia-Spor’
kuruluşlarının sadece magazin, asparagas haber, iyi
ilişkilerden (!) kaynaklanan vitrinci çalışmalarının izini
sürdüğümüzde ortaya çıkan manzara adamı çileden çıkarmaya
yeter. Basın-yayın organlarında arşivler dolduracak kadar
bol haber ve demeçlerinden herhangi birinin doğru olması
için dua etmeye niyetlenseniz, başınızı secdeden kaldırma
şansınız bile olmaz; ama olan, bu kuru-gürültüye, bu
asparagas haberlere inanıp milletinizin geleceği için
çalışan birilerinin var olduğunu düşünen sizlere olur. Bir
çoğumuz küpü küp üstüne dizerek “show” yapan bu tür
“tri-n-ck’çileri tanıdığımız halde, susmaya devam etmekle,
hatta dolaylı biçimde yardım etmekle bu milletin sadece
umutlarıyla oynanmasına izin vermekle kalmıyoruz, aklının
karışıp hata üstüne hata yapmasına da yol açıyoruz.
Artık
dobra dobra konuşma, eğilip bükülmektense kırılıp
parçalanmaya razı olma zamanıdır; dia’cıları, resimcileri,
show’cuları bir kenara itip yanlıştan, hatadan korkmadan
harekete geçme zamanıdır. “Biz, biziz!”, demenin zamanıdır.
http://www.hasan-kayihan.com
SAYFA
BAŞI
Yazarın
diğer
yazıları:
Bizim
"Diaspora" Show
Farkında
mısınız?
Ben
"Hicbir
Şey" demiyorum!..
Ayrılığın
Rengi Hüzün yada Hüzün Bayramları
3
Ekim Beyannamesi
Türkçenin
Tabak Sesleri(!)
Bozüyük’ü
Doğru Okumak
Mozaik'ten
Çiçek Bahçesi'ne Türkiye
Avrupa
Türkçesi veya Eurotürkisch
Avrupa'da
Türkçenin
Geleceği
Ölü
Bir Şaire Mektup
Türkçe
üzerine
SAYFA
BASI
|