DUYGULAR
Ayten Kılıçarslan
|
|
a.kilicarslan@t-online.de
|
Namus Cinayetleri
Namus cinayeti. Son yılların en
çok tartışılan kavramı. Alman medyasında karşımıza
“Ehrenmord” olarak çıkan bu kavram, Türkiye’de de son
yılların en popüler tartışma konularından birisi oldu.
Üstelik namus cinayetleri, Avrupa Birliği dayatmasıyla
değil, 80’li yıllardan sonra normal bir süreç olarak
ideolojik yaklaşımların üzerinde ele alınmaya başlamış kadın
sorunları kapsamında süren bir tartışma özelliği taşıyordu.
Tartışmalar sırasında, namus cinayetlerini açık açık tasvip
eden bir tarafa rastlamadım.
Ancak böyle bir konsesüs
oluşmasına rağmen namus cinayetleri, nasıl olduysa popüler
bir tartışma konusu olarak uzun müddet kamuoyunu meşgul
etmeye devam etti. Namus cinayetleri bir realiteydi ve bunca
reddiyeye rağmen istisna kabilinden de olsa, hayatın bir
parçası olmaya devam ediyordu. Ancak nasmus cinayetlerinin
artık gündemimizi meşgul etmemesi ve tarihe karışması
gerekiyordu. Bunun yapılabilmesi için de konu halka
maledilmeliydi. O halde namus cinayetleri, entelektüel
çevrelere has popüler bir tartışma konusu olmaktan
kurtarılarak halka yayılmalıydı. Nitekim bunda önemli bir
başarı da elde edildi. Fakat namus cinayetleri Türkiye
gündeminin bir parçası olmaktan tam olarak çıkarılamadı.
Cinayeti, namusu koruma adına
legitim kabul eden ve bu yüzden aile içindeki en yakınlarını
gözlerini kırpmadan öldüren veya öldürülmesi kararı alan
veya bu karara fiilen veya tepki göstermeyerek onay veren
kişilerin varlığını inkar etmek mümkün değil. Ancak yine de
bu katillerin gerekçelerini makul görmeksizin anlamak
istiyorum. Neden cinayet işliyorlar? Toplum baskısı neden
kanun baskısından, hatta mensubu bulundukları dinin
naslarından daha güçlü? Sadece bu sorular bile konunun dini
olmanın uzağında tamamen sosyal sebeplere dayandığını
anlamamıza yetiyor.
Namus cinayetinin tanımlanması
da gerekiyor. Nedir bu namus cinayeti? Cinayet eğer insan
öldürmek anlamına geliyorsa, namus gibi kutsal bir kavramın
bu tanımlamada işi nedir? Neticede olay bir erkek veya
kadının hayatına son verilmesidir. Birisinin veya
birilerinin bir kişinin hayatına son verme hak ve yetkileri
olmadığına, olamayacağına göre, hangi sebebe dayanırsa
dayansın, öldürme fiilinin adı cinayet olmalıdır. Halbuki bu
adın önüne getirilen niteleyici sıfat, sözkonusu adi suça
bir nitelik kazandırmaktadır. Sözkonusu niteleme, insanda
zaten var olan ve ancak korunması gereken bir kutsalı ifade
etmektedir: Namus.
Namus yaratıcının bahşettiği bir
kutsal değildir üstelik. Namus toplumların içini doldurduğu,
neyin namus, neyin namussuzluk olduğuna kollektif olarak
karar verilen ve toplumlara göre değişebilen bir kavramdır.
İkinci kavram olan “cinayet” ise, bir başka kutsalın zor
kullanılarak ve kendiliğinden olmadan ortadan
kaldırılmasıdır. Burada sözkonusu olan candır, hayattır.
Hayatı yaratıcı olan Allah (c.c.) bahşeder. Canı veren de
alan da ancak Allah’tır. Allah ölüm meleği Azrail
vasıtasıyla insanlara ödünç olarak verdiği ruhu ecelleri
geldiğinde, yani vade dolduğunda alır ve hayata son verme
iradesini kullanır. Azrailin can almasının hastalık, kaza
gibi bazı vesileleri vardır. Fakat can alma erki, Allah
(c.c)’ın emri ile hareket eden Azrail’den başkasının
değildir. Bir de olağandışı hallerde devlete bu erk
verilmiştir. Devlet bu erki kullandığında da, adına hukuk
denilen belirli kurallara bağlar ve bu yetkinin
kullanılmasına idam kararının infazı deriz. Savaş, idam ve
ecel dışındaki ölüm olaylarına verilecek tek isim cinayet
veya intihardır. İntihar kişinin kendi hayatına son
vermesidir ve en büyük günahlardandır, zira kişi kendisini
Allah’ın yerine koymuş olur ve eceli hakkında karar vererek
en büyük günahı işler. Cinayet de bundan farksızdır. Fakat
burada kurbanın iradesi sözkonusu değildir. Katil, kendisini
Azrail yerine koyarak en az intihar kadar büyük bir günah
işler. Dini açıdan bakıldığında namusu koruma adına işlenen
hiçbir cinayetin haklı gerekçesi olamaz. Neticede can,
namustan çok daha kutsaldır. Biri yaşamak için gereklidir,
diğeri ise sadece sosyal çevrenin kutsalıdır. Namusunu
“korumak” veya “temizlemek” adına cinayet işleyen kişi
böylece Allah katında büyük suç işlemiş bir günahkardır ve
bu eyleminden dolayı hesaba çekilir. Namus, Allah katında
cinayet için bir gerekçe değildir. Kısacası namus için
cinayet işlediğini idda eden katil, Allah katında da, devlet
önünde de, halk vicdanında da suçludur.
Hala ısrarla bu tür adi
cinayetlere “namus cinayeti” adı altında ünvan vermeye devam
eden medya, ve bu kabulü tekrarlayan toplum, bu cinayetleri
işleyen katillere statü kazandırmaya çabaladığının farkına
vararak bundan vazgeçmek zorundadır. Tam tersine medya ve
toplum -ki buna siyasiler de dahildir- adi cinayetlere bir
de dini bir hüviyet kazandırarark hem dine, hem dindarlara
hakaret etmekte, hemde dinini öğrenme tembelliği içinde
medyadan islamı öğrenen genç insanlara adeta yol göstererek
en büyük ihaneti yapmaktadır.
Burada önce medyaya ve
politikacılara sonra hukuka büyük görevler düşmektedir.
Medya ve siyaset cinayetlerin sınıflandırılmasını
engellemeli, hukuk ise kadın-erkek ilişkileri, evden kaçma
veya ailenin namus anlayışına ters olduğu iddiasıyla
herhangi bir davranışın “cezalandırılması” sonucu ortaya
çıkan cinayetlere, töre veya din gibi gerekçe kılıfları
aranmasına ve hafifletici herhangi bir sebep arkasına
sığınılmasına fırsat bırakılmaksızın, bu cinayetleri diğer
cinayetlerden farksız kurallarla cezalandırmalıdır. Bu
katillere toplumsal bir koruma alanı yaratılmasından da
vazgeçilmelidir.
Aşiretlerin feodal baskısını
kıramayan insanların, açıkça onaylamasalar da engel
olamadıkları bu cinayetlerin son bulması için sadece
kanunlara değil, siyasi bir bilince gerek vardır.
Bazı aklı evveler Türkiye’de
süren namus cinayeti tartışmasını, dikkatsizce ve acemi
sempatizanların ideoloji budalası tavrıyla, neredeyse bir
bloklar meselesine dönüştüreceklerdi. Aynı hata Almanya’da
çok daha vahim haliyle yaşanıyor. Zaten tartışmanın
başlaması da suni bir dölleme ile oldu. Vurun abalıya misali
belli aralarla genelde Müslümanları özelde de Türkleri
provoka etme, seçim malzemesi yapma ve hedef gösterme
alışkanlığını bırakamayanlar, her zaman olduğu gibi
yanlarına destekçiler bularak tam bir medya saldırısı
başlatarak meseleye yaklaştılar ve tartışmaları bir suçlama
bombardımanına çevirdiler. Tabii suçlananlar da topyekün bir
millet olamayacağı için entegrasyonu istemeyen, kültürlerine
bağlı, dindar insanların namus cinayetine meyilli olduğu
imajı oluşturuldu. Böylece Türkler arasından bir çekirdek
hedef kitle belirlenmiş oldu.
Almanya’da namus cinayetleri son
yılların en popüler tartışma konusu. Belki de Sicilyalılar
ile Türkler arasında araştırma yapılsa, Türkler alt
sıralarda yer alacak. Fakat Alman medyasında konu, ısrarla
bir Türk ve Müslüman sorunu olarak sunulmaya çalışılıyor.
Hem de çok da sistemli bir metod uygulanarak. Özellikle de
Türklerin içe dönük olarak bu tartışmaları yapmadıkları
iddia ediliyor. Mesele ortaya Almanya’da yeni ortaya çıkmış,
büyük bir kitleyi etkilemekte olan ve sadece Türk ve
Müslümanlara has bir fenomen şeklinde duyurulmakla kalmıyor,
üzerinde sık sık oynanan, yabancıları ilgilendiren ve
yabancıların statüsünü her fırsatta yeniden belirleyen
yasalara da konu ediliyor. Öyle bir tablo ortaya konuluyor
ki, sanki Almanlar olmasa Türkler birbirini kırıp
geçirecekler. Sanki Alman yasaları katilleri ağır biçimde
cezalandırmazsa, Türkler kendi kendilerini kanun yerine
koyup, cinayet üstüne cinayet işleyecekler.
Medyanın olayları yansıtmasında
tam bir çifte standart var. Eşinin kendisinden ayrılmak
istemesine tahammül edemediği için karısı da dahil, koskoca
bir aileyi yok eden bir Alman erkeğinin cinayeti medyada
“cinnet” şeklinde lansediliyor. Benzer bir olay bir Türk’ün
başından geçince adı namus cinayeti oluyor. Kanla noktalanan
kadın-erkek ilişkilerindeki çıkmaz, katil cinnet geçiren
Alman olunca, katilin ismiyle manşetlere taşınıken, kazara
benzer olay bir Türk tarafından gerçekleştirilmişse
milliyetiyle anılıyor. Aldatma, çocuklarının başkasından
olduğunu öğrenme veya ihanet ihtimali kanla sonuçlanan
pekçok vaka var Almanya’da. Hem de bu vakalar oldukça sık
görülüyor. Ancak nedense etnik köken sözkonusu olduğunda
medyanın yaklaşımı da değişiyor. Etnik köken cinayet
haberlerinde özellikle önemli bir ayrıntı. Berlin’de cereyan
eden Hatun Sürücü cinayetinde bir taraftan ailenin Kürt
kökenli olduğunu haberin içinde geçen medya, nedense haberi
kamuoyuna Türklerin işlediği bir namus cinayeti şeklinde
duyurmakta bir beis görmedi. Bu da genelde hakim olan
alışılmış bir üslup: Eğer bir Türk toplum yararına bir iş
yapmışsa adıyla anılıyor, eğer ortada bir suç varsa olayı
yapanın Türk olduğu başlığa taşınıyor. Yok, olayı
gerçekleştiren Kürt kökenliyse yine başlıkta Türk olarak
veriliyor. Eğer olayı gerçekleştiren bir Kürt kökenli fakat
olay yine olumlu bir hadiseyi yansıtıyorsa birden kahramanın
Kürt olduğunun farkına varılıyor. Olayın kahramanı Alman
vatandaşı bir Türk ise olumlu olayda birden Alman, olumsuz
bir hadise yansıtılıyorsa aniden Türk oluyor. Kısacası medya
bir türlü karar verebilmiş değil. Türk müyüz, Kürt müyüz,
Müslüman mıyız, vatandaşsak Alman mıyız, Türk kökenli miyiz,
adımız var mı veya ille de fert değil de kollektif bir
varlık mıyız?
Burada benim meselem etnik köken
değil. Ancak medyanın tarafgirliği çooook dikkat çekiyor.
Neticede olan hangi töreye sahip olursa olsun, kadınlara
oluyor. Namus adına en büyük namussuzluk yapılarak
cinayetler işleniyor. Ve bir başka namussuzluk... Medya
topyekün bir ümmeti ve bir milleti karalıyor...
Allah (c.c) kimin ne olduğunu en
iyi bilendir. Cinayet kurbanlarına Allah(c.c)’tan rahmet,
geride kalan sevdiklerine sabır dilemekten başkası elimizden
gelmiyor. Bir de cinayetleri lanetlemekten başka...
Kötülüğe karşı elimizle, gücümüz
yetmiyorsa dilimizle, buna da gücümüz yetmiyorsa kalpten
nefret ederek tepki vermek... İmanın en alçak derecesi
sonuncusu da olsa... Namus adına da işlense, cinayet
kötüdür. Ben bu kötülük karşısında kalem tutan elimle ve
sözlerle mücadele etmeyi tercih ediyorum. İnanç sahipleri bu
konuya sessiz kalmamalıdırlar. O zaman Alman medyası da
tarafgirliğinden utanacaktır...
E-Posta:
a.kilicarslan@web.de
Yazarın
diğer
yazıları:
Namus
Cinayetleri
Türkler
şiddet kurbanı
Almanya
yaşlanıyor
A’dan
Z’ye plan olsanız ne yazar?
Seçimler
ve Azınlık Türk Kadın Hareketi İlişkisi
Göçelim,
ancak göçen olmayalım!
Erkekler
farklı mı ölür?
8
Mart Dünya Kadınlar Günü
Aman,
çifte kavrulmayalım!
Avrupa
aydınlanmış da...
Hollanda’da
pişti, üzerimize düştü
Kadınlar
siyasetin neresinde?
Azınlık
Türk kadın hareketi var mı?
SAYFA
BASI
|