DÜRBÜN Prof.
Dr. Hacı Duran
|
|
duranhaci@gmail.com
|

Terör ve Etnik Kimlik
Kültürel yani, dine, dile ve mezhebe dayalı etnik kimlikler,
günümüz sosyal çatışmalarını besleyen kavramlar haline
geldiler. Özünde politik veya gizli bir örgütsel çıkara,
hırsa ve iktidar arayışına bağlı olarak meydana gelen
çatışmalar, kültürlere, halklara, dini yaşantı biçimlerine
şu ya da bu şekilde mal edilmektedir, onlara
atfedilmektedir, yüklenmektedir. Böylece, çatışmanın ve
mücadelenin gerçek nedenleri saklanmaktadır. Halk
kültürleri, dini kimlikler, alt kimlikler bazen de ekonomik
ve bölgesel farklılıklar şu ya da bu şekilde çatışmaların
sapkın sebeplerini saklayan birer maskeye ve araca
dönüşmektedir.
Yerel düzeyde kendi özgün şartlarında yaşanan birçok halk
kültürü bilindiği gibi, vardır. Bu kültürler, tarihi
geleneğin doğal süreçlerine bağlı olarak şekillenmişlerdir.
Birer alışkanlık ve teamül olarak yaşarlar. Bu kültürlere
mensubiyet ise ya doğuştandır veya evlilik ve göç sonucunda
kendiliğinden benimsenme ve katılımla gerçekleşir. Bu
otantik kültürlerin etki alanı bir köy, kasaba ve şehirle
sınırlıdır. Ayrıca bu kültürler resmi olarak tanımlanan
milli kültürlerin eski kalıntılarını muhafaza etseler de
aslında doğrudan doğruya ulusal kültürün kendisi de
değildirler. Ulusal kültüre paralel olarak yaşarlar,
varlıklarını korurlar. Bu özellikleri ile milli kültür için
bir tehdit de değiller.
Bu söylediklerime örnek olarak, Adıyaman’da yaşayan Kafkasya
kökenli Çeçenleri, Mardin’de yaşayan Macar kökenli aileleri,
Doğu Karedeniz ve Doğu Anadolu da yerel Türk şivelerini
konuşan vatandaşlarımızı örnek verebiliriz. Adıyaman’da
yaşayan Kafkas kökenli çeçenler yaklaşık dört nesildir
bölgede yaşamaktadırlar. Bu ailelere mensup kişiler bu gün
çoğunlukla anadil olarak Kürtçe konuşuyorlar. Mardin’e çok
önce yerleşen Macarların durumu da böyledir. Onlar da
günümüzde anadil olarak Kürtçe ve nadirde olsa Arapça
konuşuyorlar. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde
anadilini zamanla değiştiren birçok Arap kökenli aile de
bulunmaktadır. Seyyid ve Şerif ünvanlı aileler bunun somut
örnekleridir. Aynı durum Osmanlı yönetici sınıflarına
katılan birçok Kürt kökenli aile için de geçerlidir. Onlar
da zaman içerisinde anadil olarak Kürtçeyi terk etmişler,
Türkçeyi benimsemişler.
Bu örnekler, yöresel kültürlerin, dil, lehçe ve şive
farklılıklarının, doğu toplumlarında ötekileştirme, dışlama
ve varlığını inkâr etme tutumlarına da neden olmadıklarını
göstermektedir. Yani doğu toplumlarında insanlar zamanla
anadillerini, yerleşim yerlerini değiştirdikleri gibi
değiştirmektedirler. Bu konuda tutucu davranmıyorlar. Dili
ve etnik özgünlüğü özel bir siyasi değer olarak görmüyorlar.
Yani siyasi örgütlenmeler ve çatışmalar, doğu kültürlerinde
bir toplumun etnik kültürüne dayalı olarak şekillenmiyor.
Bundan dolayı kültürel mensubiyet ve farklılık bir çatışma
ve ötekileştirme nedeni de değildir.
Ancak son yıllarda modernizemin tesiriyle, yerel kültürleri
ve farklılıkları siyasal bir kültüre ve inşaya dönüştürme
çabaları da artmaktadır. Buna yerel kültürlerin ve
farklılıkların ideolojileştirilmesi, sanallaştırılması,
iktidar arayışları için araçsallaştırılması da diyebiliriz.
Bu çabalarda bulunan gruplara baktığımızda bunların batılı
bir dil kullandıkları, kavramları geleneksel anlamlarından
ve kökenlerinden çıkardıkları görülmektedir. Bu gruplar,
batılı tarzda inşa edilen bu yeni mensubiyetlere ve etnik
kimliklere katılımı arttırmak için, yine modern propaganda
tekniklerini ve örgütlenme biçimlerini kullanmaktadırlar.
Bilindiği gibi, şiddete dayalı gizli örgütlenmelerin tarihi
çok eskidir. Modern biçimiyle bu örgütlenmeler Batıda, önce
anarşizmle ortaya çıktı. Marksizmle biçimlendi ve gelişti,
emperyalist çıkarlar doğrultusunda teknik olarak yapılandı.
Bundan yirmi yıl önce eylemleri her gün manşet haber olan
Marksist örgütler, ABD silahlı kuvvetlerine bağlı olarak
cinayet işleyen Galadyo ve Kontr-gerilla gibi bazen sağda,
bazen solda bazen de dini bir hava ile faaliyet gösteren
örgütler ve PKK terör örgütü gibi örgütler, bu tür gizli
örgütlerin tipik örnekleridir.
Bu yazının başlangıç paragrafında belirtilen konuya tekrar
dönersek kamuoyunda tartışılan konuların dışında bir durumla
karşı karşıya olduğumuz açıktır. Yani bir yerel dili veya
halk kültürünü temsil ettiğini iddia eden bir parti, bir
örgüt veya herhangi bir oluşum söz konusu yerel kültürle ne
kadar ilgilidir? O kültürü temsil etme hakkı neden böyle bir
siyasi oluşumda ve örgütte bulunsun? Yani bir terör
örgütünün saldırıları ve eylemleri, etnik ve kültürel
çatışma, ötekileştirme veya dışlama olarak kabul edilebilir
mi? Yani gizli bir örgütün faaliyetleri bir yerel kültürü
temsil edebilir mi? Bu sorulara cevap bulmak için çatışma
biçimleri hakkında da düşünmemiz gerekir.
Bilindiği gibi, eski toplumlarda, çatışma, savaş veya kavga
dendiğinde kabile, aşiret, aileler arası uyuşmazlık, din ve
mezhep çatışmaları, ülkeler arası savaşlar akla gelirdi.
Savaş ve çatışma, fiilen halk arasında yaşanırdı. Ülkelerin
orduları karşılıklı olarak harb ederdi, çatışırdı. Sözgelimi
İran-Osmanlı veya Osmanlı-Rus savaşları açık savaşlardı. Öte
taraftan Celali isyanları, Abbasilerin Emevilere isyanı veya
Tevvabin grubunun isyanı açık savaşlardı. Savaşan taraflar
mertlik ve açıklık ilkelerine bağlı olarak mücadele
ederlerdi. Fikirler ve inançlar açıkça ifade edilirdi.
İnsanlar fikirleri ve inançları için açıkça meydanlarda
savaşırlardı. Günümüzdeki gibi çatışma gizli ve mahrem
kanallar ve ilişkiler üzerinden yürütülmezdi.
Yani terörist gruplar ve örgütlenmeler, gerçekten temsil
ettiklerini ileri sürdükleri inançlarla, değerlerle, halk
kültürleriyle, etnik kimliklerle ne kadar ilgilidirler? Veya
politik gruplar yani siyasi partiler ve onların uzantıları
temsil ettiklerini varsaydıkları değerlerle, inançlarla ne
kadar ilgilidirler? Öte taraftan antropolojik ve sosyolojik
gözlemler sonucunda ihdas edilen ve tanımlanan etnik
kimlikler, o kimliği taşıdığı varsayılan halkla, ailelerle
ne kadar ilgilidirler?
Konuya bu şekilde yaklaşıldığında oldukça çarpık bir durumla
karşılaşırız. Açıkça ve rahatça gündelik yaşam faaliyetleri
ile yaşanan bir kültürün “temsili” neden bir gizli örgüt
olsun? Öte taraftan mensupları arasında serbest ve rahat
geçişlerin olduğu etnik kültürlerin “temsili” neden şiddet
eylemleri ile, cinayetlerle gösterime konur? Açık bir değer
gizli bir faaliyetin konusu olabilir mi? Mesela batini
hareketleri düşünelim. Bunlar inançları gizli olan
hareketlerdir. Bundan dolayı örgütlenme biçimleri ve
törenleri de gizlidir, mahremdir. Saldırıları da gizlidir.
Casusluk faaliyetleriyle varlıklarını yürütürler. İnanç
gizli olunca inanca mensubiyet de gizli olur.
Ancak Kürtçe ve Kürt kimliği gizli bir değer değildir. Türk
halkı tarafından yadırganan ve ötekileştirilen bir
mensubiyet biçimi de değildir. Yukarıda verdiğim örneklerden
bu durum açıkça anlaşılabilir. Anadili Türkçe olanlarla
Kürtçe olanlar arasındaki evlilikler de bu duruma örnek
gösterilebilir. Durum böyle olunca, terörist gruplar, hiçbir
zaman temsilcisi olduklarını iddia ettikleri, kültürlerin
temsilcisi olamazlar. Bu amaçla yapılan politikaların ve
tartışmaların gerçek bir zemini de yoktur. Ortada teknik
olarak gizli bir şekilde örgütlenmiş olan ve kim tarafından
yönetildiği belli olmayan bir şebeke var. Bu şebekeyi
uydurduğu sanal değerlerle kabul etme kendi başına önemli
bir yanılsamadır.
SAYFA
BAŞI
Yazarın diğer yazıları:
Terör
ve Etnik Kimlik
Türkiye’nin
Ekseni
Günahların
İktidarları
Bürokratik
Yargının Fanatikleri
ABD
Saldırılarının Doğası
İsrail'in
Arapları, Ermenistan'ın Türkleri
Zürih
Protokolü ve Soykırım İkonası İnancı
Örümcek
Ağı ve Yargı Gücü
Soykırım
Vahşeti Anıtı Olarak İsrail’in Gazze Katliamı
MUHAYYEL
ERMENİ SOYKIRIM İKONASININ KURBANI OLARAK TÜRKLER
Dazlak
şiddet eylemleri ve Türk hoşgörüsü
SAYFA
BASI
|