
BAŞBAKAN’I DİNLERKEN
Gar Meydanına gazetemizin Genel Yayın müdürü Zeki
Aydıntepe ile birlikte gittik. Kürsünün hemen önündeki
basına ayrılan bölmede dinledik Başbakanı.
Konuşmasının başında yaptığı Sakarya tarifi benim
açımdan oldukça önemliydi. İktidarı döneminde ilimize yedi
kez gelen Başbakan’dan, böyle bir Sakarya tarifini ilk defa
duyuyorum.
Özellikle Bosna, Kosova ve Balkanları zikretmesi dış
politika açısından yeni bir dönemin başlayacağına ışık
tutuyordu. Türkiye’nin Balkan politikalarını güçlendirmek
adına yeni bir atak başlatması önemlidir.
Rahmetli Turgut Özal’ın yıllar önce tesbit ederek
başlattığı Balkanlar ilgisi, Tayyip Erdoğan’ın ikinci dönemi
ile artarak devam edecektir.
Sakarya’nın; Balkanlardan, Kafkaslara uzanan bir
coğrafyanın kaynaşma alanı olduğu tesbitinden sonra
Başbakan; “Kırcali’den, Kerkük’e, Üsküp’ten Trabzon’a,
Kosova’dan ve Balkanların her yanından gelen insanların bu
şehirde kaynaştığını ve kardeşçe yaşadığının” altını önemle
çizdi.
Başbakan Erdoğan’ın; Sakarya’da yaşayan muhacir
kitlesinin önemine dikkat çektiği konuşmasını çok
önemsiyorum. Bu konuda Başbakan’ı bilgilendirenlere teşekkür
etmeliyim.
Organizasyon ve miting notlarını gazetelerden okudunuz.
Kabul edersiniz veya etmezsiniz. “Tayyip Erdoğan”
ismi, Türk halkının gönlünde taht kurmuştur. Siyasetin nefes
borusunun tıkandığı birkaç yıl öncesine dönersek muhtar bile
olamaz denilen bir isim, Türkiye’nin umudu olmuştur.
O’nu dinlerken gözlerimin önünden film şeridi gibi
geçen zorluklarla dolu, izzet ve onur mücadelesine şahitlik
ettiğimin farkına vardım.
Başbakan Erdoğan’ı yıllar önce İstanbul İl Başkanı
olduğunda tanımıştım. Bir konferans için geldiği Funda Düğün
Salonunda kendisini karşılamıştık. Daha o dönemde hitabeti
ve teşkilata hâkim yapısıyla Türkiye’nin dikkatini çekmeye
başlamıştı. İlk defa dinlediğim Tayyip Erdoğan, Cemal
Kamacı’dan çok farklı bir il başkanıydı. “Bedelini
ödeyerek ve hak ederek” geldiği bugünkü nokta onu hiçbir
zaman şımartmadı.
Ak Parti’nin var oluş sebeplerinin temeline atılan
adımlardan ikincisi, İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığı’na adaylık sürecidir.
İşte bu süreçte Zeytinburnu’ndaki bir düğün salonunda
İstanbul Hanımlar Komisyonu’na verdiği bir konferansa
davetliydik. Kürsüde konuşan Tayyip Erdoğan’ın bir yanında
ben, diğer yanında sonradan İstanbul Milletvekili olan Ali
Bey vardı. Seçimlere 2,5 ay kala salonu hıncahınç dolduran
İstanbullu bayanların fedakârlıklarına tanık oldum. Tayyip
Erdoğan ismi ile bütünleşen İstanbul teşkilatı, o seçimlerde
imkânsızı başardı.
Erbakan Hoca ve kurmaylarının ısrarla dayattığı “Ali
Coşkun” ismine karşın teşkilatının sadakati ve başarısıyla
hiç kimsenin ihtimal vermediği bir dönemde İstanbul’a talip
olarak “Şehr’ül Emin” oldu.
Tefessüh etmiş, borç içinde yüzen yerel yönetimlere
yeni bir ses ve nefes getirdi. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’da
başarıyla uyguladığı çalışma metodu yerel yönetimlerde “devrim”
sürecini başlatmıştı.
“Şiir” okuduğundan dolayı hapse atıldığında,
Tayyip Erdoğan ve Türkiye için yeni bir dönem başlıyordu.
“Medrese-i Yusufiye”, yokluklar içerisinde
varlık ve oluş âlemidir. İnsanın, bilmek ve olmak sürecinde
yaşadığı zihin devriminin yegâne mekânı “zindan”dır.
İstanbul teşkilatının tabiriyle “Reis”i görebilmek
için cezaevine ziyarete gitmiştim. Yoğun ziyaretçi akınından
dolayı onunla görüşemedik. Ona olan sevgi ve desteğimizi
orada bulunan Abdullah Gül’e iletmiştik.
O görüşmede, adını sonradan öğreneceğimiz yeni bir
siyasal hareketin sinyalleri başlamıştı. Tayyip Erdoğan’ın
zindan hayatı onun yeniden doğuşuna hamileydi.
Tayyip Erdoğan’ı halkın gönlünden silebilmek için
zindana atanlar, süreci tetiklediler. Büyükşehir Belediye
Başkanı olarak girdiği zindandan, Türkiye’nin yeni lideri
olarak çıktı.
“Siyasette sığınılacak tek liman ahlaktır” sözü
O’na aittir. Tayyip Erdoğan, günümüz siyasetine ilke, kalite
ve rekabet kazandırmıştır.
12 Eylül 1980 öncesinin kavgacı ruhu ve söylemleri ile
oy almaya çalışanlar Tayyip Erdoğan ile rekabet etmekte
zorlanıyorlar. Tayyip Erdoğan’ın en büyük sermayesi halkın
O’na olan güveni ve sevgisidir.
Sağduyunun her zamankinden daha önemli olduğu bu
günlerde hırçın ve kavgacı söylemler prim yapmaz. Bu millet
artık kavga istemiyor. Milletin kendisiyle kavgalı olanlar
için 22 Temmuz hesaplaşma günüdür.
Uzlaşma özürlü Deniz Baykal ile hırçınlaşan Devlet
Bahçeli milletin sevgi ve güvenini kazanmak yerine “korku”yu
besliyorlar.
Kavga ve korkudan beslenenler milletten uzaklaşıyorlar.
Korku değil, sevgiyi besleyen Tayyip Erdoğan ve partisi
büyümeye devam ediyor.
Gücünü sevgiden ve milletin rızasından alan liderler
iki cihanda kazanırlar.
Keşke; Baykal ve Bahçeli “kavga” yerine “barışı”
tercih etselerdi.
SAYFA
BAŞI
Yazarın diğer yazıları:
Başbakan’i
dinlerken
CHP
ve MHP üzerine
Bosna
ve Alija
Şah
ve piyonlar
Cumhur’un
cevabı
SAÜ
Rektörü Sn. Mehmet Durman’a Açık Mektup
Akıl
Tutulması
Uludağ
Zirve notları (II)
Uludağ
Zirve notları (I)
Filistin
Maden
Deresi
Kutsal
İttifak
Susma
Vakti…
“Edeb,
ya Hu”!
Sapanca
Şiir Akşamları
Başbakan’ın
Kosova seferi
Paradoks
ülkesi…
Aynadaki
yüz…
İkiyüzlü
Fransa
Öfke
Medeniyeti
SAYFA
BASI
|