Sarık-Cübbe
ve Takım-Kravat
Bir
zamanlar yerli sinemada fakir kız-zengin oğlan veya
tersi filimler, soğandan beter, biberden acı, gözyaşı
döktüren “acıklı” filimler rağbet görürdü.
Kadını ve erkeğiyle Türk insanı beyaz
perde önünde yiğit mi yiğit, iffetli mi iffetli
rollerdeki sanatçılarla kendini özdeşleştirirdi.
Gün oldu, “Kara Murat” ve “Malkoçoğlu” gibi Yeşilçam
mahsulü tarihi kahramanlarla sinema salonlarında coştuk.
Fazla zaman geçmeden seyirciyi hinoğlu hinler açık-saçık
filimlerle sinema salonlarına çektiler. Sinemaların
yerini büyük çapta televizyon kanalları doldurmaya başlayınca,
vur çatlasın çal oynasın türünden
edepsizliklerle seyirci toplayan kanallara karşılık,
bazı televizyon kanalları, “sırlar ötesi”,
“sır kapısı”, “gönül gözü” v.s.
gibi gizemli proğramlarla seyirci toplamaya çalışıyorlar.
Birisinde ahlak, daha doğrusu ahlaksızlık, diğerinde
maneviyat istismarı var. Her ikisinde de hedef, daha
fazla seyirci toplamakdır ama, birisinde ahlakî değerlerimiz
ayaklar altına alınırken, diğerinde yaşanılır
bir din olmaktan çıkarılan İslâm, mucizeler
ve kerametler gösterenlerin dini olarak lanse edilmektedir.
Asıl temas etmek istediğim ise, bu gidişatın
maneviyat cephesindeki göze hitap eden yönüdür. Anadolu
Dervişlerini sembolize eden film kahramanlarının
başlarındaki sarık, üzerlerindeki cübbe ve
hele kendi boylarından uzunca, ellerine sıkıştırılmış
bir odun parçası, yani asaları... Dönün günümüz
tarikatlarına; çoğunluğunda hemen hemen aynı
kıyafetlere özentiyi
göreceksiniz. Sadece ellerinde “asa”ları
eksik. Allah dostu ermişler, gönül sultanları
erenler, mucize göstrerenler, keramet sahipleri, büyük din
alimleri, menkibe kahramanları, hepsi bundan ortalama
bizkaç yüzyıl önce yaşamışlarmış.
Halbuki ilim-irfanla birlikte tekâmül eden müslüman insan,
inanç konusunda ve dini algılamada dünden daha çok
bilgi edinme imkânına sahip ve daha şuurludur.
Kapalı toplumdan dünyayla tanışma noktasına
gelebilmiş müslüman, maddeci dünya görüşünün
değer yargılarıyla çepeçevre sarılmasına
rağmen, itikadî değerlerini muhafaza etmede
tarihdeki “dini bütün” dindaşlarından daha
fazla islâmî şuura sahiptir. 12. veya 13. yüzyılın
erenlerine eşdeğer 21. yüzyıl erenleri yok mu,
olamaz mı?.. Yoksa
bunlara takım elbise-kravat mı engel?
Kılık-kıyafet, insana değer verilmesi ve
biçilmesi açısından önemlidir. Kıyafet, bir
bakıma insanın iç dünyasıyla ilgili ipuçlarını
da ele verir. Her devrin kendine has giyim tarzı olduğu
gibi her medeniyetin de adeta dikta ettiği giyim tarzı
vardır. Batı Medeniyeti’ni tercih edişimizin
başındaki önemli unsurlardan birisi de “Kılık-kıyafet
Devrimi” olarak cumhuriyet tarihimize geçmiştir. Fesi
kaldırıp şapka (kasket) giymemiz, muasır
medeniyet seviyesini yakalamamız istikametinde hiçbir
belirleyici rol oynamadığını gören Türkiye,
hâlâ kafanın içindekinden ziyade, başörtüsü
meselesinde olduğu gibi, dışıyla uğraşarak
zaman ve enerji harcamaya devam ediyor.
Fikir ithalatını yaptığınız
yerden tabiatıyla modayı da beraberinde almak
mecburiyetindesiniz. Batı’nın hayat tarzını
kabullenen insan veya toplum, giyim tarzını şartlı
kabullendiği takdirde bile ülkemizde olduğu gibi çatışmalar
başlar. Bu çatışmayı bilhassa kadın
giyiminde daha bariz bir şekilde görmek mümkün. Müslüman
kadınların inançtan kaynaklanan giyim tarzları
hem kendi ülkemizde hem de Batılı ülkelerde en çok
göze batan ve tartışılan konuların başında
gelmektedir.
Dinî ve ideolojik kavgamız Türk erkeğinin dış
görünüşüne de yansımıştır:
Birisinde bıyığın ağzının içine,
ötekisinde bıyık uçlarının aşağıya
sarkıtılması, diğerinde dudaküstü kısa
bıyık, bir başkasında çok kısa da
olsa illâ da sakal... Şekle ve şekilciliğe
dayalı teferruattan bir türlü kurtulamıyoruz
vesselam! Bu durum ne yazık ki dindarımız ve
olmayanımız için de geçerlidir. Etkili medeniyet
anlayışında kadın veya erkeğin
giyimini modacılar belirlerken, inanç unsurunun hiçbir
rolü olmaz. İslâmî mayayla yoğrulmuş bizim
medeniyetimizde ise, giyimin hem kadın hem de erkek için
sadece kırmızı çizgileri belirlenmiştir.
Estetizmi elden bırakmamak kaydıyla, kılık-kıyafetin
nasıl olacağına, toplumun yaşadığı
iklim şartları ve millî zevklerini dikkate alan
moda merkezleri karar vermelidir.
Az veya çok inanan, hatta hiç inancı olmayan “Müslüman
Türk”ün din etrafındaki kavgası, neresinden
bakarsanız bakınız, dış görünüşyle
devam etmekte ve hâlâ öze inerek saadete gelemedik.
Yazarın
diğer
yazıları:
Sarık-Cübbe
ve Takım-Kravat
Almanya
Seçimlerini Nasıl Okursunuz?
Türk
de Olmasa.....
Kendisiyle
Yüzleşmek
Bayrakla
Göbek Bir Arada Olunca...
Senden
Bana Yar Olmaz!
Cemil
Meriç’le Doğu’dan Batı’ya
Bizim
Diyalogcularımız
Dünyaya
Çekidüzenden
Önce...
Oyuna
Gelmemek
Cavanlık
Bir Uçar Kuştur
Kocalık Bir Naçar İştir
Varılmaz
menzile bu gidişle
Bomba
yağar başıma
Gurbet
düğünleri
ALSAK
MI, ALMASAK MI?
Terörizmle
kolonizm arasında
SAYFA
BASI
|