KISIR DÖNGÜ VEYA KENDİ KUYRUĞUNU ISIRAN YILAN
Satış,
satış, satış. Varsa yoksa satış.
Evrensel bir saplantı
haline geldi. Herkes neyi varsa satıyor.
Peki kime? İşte o pek belli değil. Yani belli ama değil
kabilinden. Sermaye şirketlerinde hisse sahibi olan anonim
gerçek veya tüzel kişilerle, bunların bir araya gelerek
kurdukları çoğunlukla çokuluslu çıkar kumpanyalarına.
Tüm dünya ülkelerindeki varlıklı azınlıklar, dil, din, kültür
ve uluslar üstü/ötesi ortaklıklarında birbirine kıyak
çekerken; yoksullar da çırpınıyorlar vıyak vıyak. "Adaletin
bu mu dünya?"
Ve bütün bunlar nerede oluyor?
Herkesin gözleri önünde, tamamen medyatik bir ortamda,
demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü, hoşgörü, dinler ve
medeniyetler arası diyalog, çoğulculuk nutukları atılan iki
yüzlü dünyamızda.
Hikaye hep aynı.
Globalleşme sürecindeymişiz. Ondan kaçış mümkün değilmiş.
Direnmeye çalışırsan marjinal veya dinozor olurmuşsun.
Jakobenlikle suçlarlar, statükocu derlermiş, şap gibi
yanarmışsın. Yani mevcut durumu koruma gayreti içinde olmak
racona uymazmış. Gelişerek değişmek zorundaymışız yani
kısacası … Çok okumuş, büyük enteller öyle buyuruyorlar!
Bu acımasız uluslararası rekabet ortamında hata yapma hakkınız
ve lüksünüz yok. Yarım başarılar bile başarısızlık sayılıyor.
Sistemde af sözcüğüne yer yok. Ya satacaksın, ya satacaksın
ona göre. Yoksa… yeniden yapılanmalar, giderek büyüyen
işsizler ordusu, ucuz emek ve düşük maliyet adına yaşanan
şirket göçleri olur gidersin valla okkanın altına…
Çağımızın ileri teknolojileri öylesine karmaşık bir çelişkinin
içine attıki insanlık alemini, hiç kimse önünü göremiyor.
Sadece aptalca büyümekten başka mantık tanımayan uluslararası
sermayeden insana saygı, yani bir nevi duygusallık ya da
maneviyat bekler hale getirdiler hepimizi.
İnsancıklar lüks tüketim sarmalında kıvranıp duruyorlar. Bir
binek otomobil bir Belçikalı ailenin yıllık bütçesinin %
13'ünü yutuyor. Arz-talep dengesini yaşatmak adına tüm insani
değerler pazarlama (marketing) konusu günümüzde. Tam bir kısır
döngü. İşverenler şaşkın, işçiler ve sendikalar çaresiz.
Tanınmış üniversitelerin iktisat fakültelerini birincilikle
bitirmiş "süper" beyinlerin dilindeki dahiyane bilimsel
terminolojiyi bizim köyün çobanı bile ezberledi günümüzde.
Kimse aptal değil. Herkes herşeyin farkında. Elinden oyuncağı
veya ağzından emziği alınmış çocuk gibi ağlaşıyor çoğunluk.
Herşeyin bir maliyeti olduğunu düşünmüyor narkozlanmış
beyinler. Ellerde birer cep telefonu, herkes durmaksızın
konuşuyor, her konuda. Sesli, yazılı ve görüntülü olarak.
Herkes konuşuyor, ama kimse kimseyi dinlemiyor ve anlamıyor
aslında.
Global sistem dedikleri şeyi bir gemiye benzetebiliriz.
Arz-talep dengesi tutturulamazsa, yani talep azlığı veya
yokluğu sebebiyle (yani işsizlik, züğürtlük, parasızlık,
imkansızlık, çaresizlik…) arz tıkanırsa, yani tüketimsizlik
nedeniyle üretim elde kalırsa, yani kısacası bu gemi batarsa
ne olur? Tayfalar boğulursa, kaptan(lar) boğulmaz mı?
Tüketimin ekonomik kalkınmanın ve zenginliğin vazgeçilmez bir
ayağı olduğuna itiraz etmiyoruz. Bu satırların yazarı sosyal
sistemleri besleyen finans kaynaklarının tüketimden alınan
vergilerle sağlandığının bilincinde. Evet ama nereye kadar? "İnceldiği
yerden kopsun. Elle gelen düğün bayram. Satmışım anasını ben
bu dünyanın. Ölürsem mezarıma gelme istemem…" Teselli
edebiyatımız çok zengin ve de tarihinde derinliklerinden gelen
kaderciliğimizle çok güzel örtüşüyor.
Evvelden "kemer sıkma" sözü edilirdi, ekonomik kriz
dönemlerinde. Şimdi sıkacak kemer kalmadı kimsede. Olanlarda
da süs niyetine. O halde "vur patlasın, çal oynasın,
çalkala yavrum, çalkala" dönemini yaşatıyor medyamız, sağ
olsun. İnsanlar düşünmeye zaman bulamasınlar diye olsa gerek.
Kendi kuyruğunu ısıran bir yılana benziyor dünyamız.
Brüksel, 17 Şubat 2006
YAZARIN
DİĞER
YAZILARI:
Kısır
Döngü veya Kuyruğunu Isıran Yılan
Edison
lambaya püf dedi!
Her
şeye gülünür mü?
Mozart
Bugün 250 Yaşında
UĞUR’suz
bir günün düşündürdükleri!..
Kurban
Bayramı Arifesinde Bazı Görüşler
Epifani
Yortusu ve Kral Galetası
Düşünüyorum,
Öyleyse Varım
(Descartes)
Yılbaşı
Gecesi Yaklaşırken
Ankara-Brüksel
Diyaloğu...
BREL
en büyük Belçikalı seçildi
Çağdaş
Uygarlık
Yolları
Mayın
Döşeli
Adile
Naşit: Vazgeçilmez ve bir daha gelmez…
İntihar
Komondosu Belçikalı
Meryem
Dil
ve Aşağılık
Duygusu
ÖEK
Üçlüsüne Ne Oldu?
Bayram
Geldi Neyime
Ramazan
Bayramınızı candan kutlarım!...
Ah
Mutluluk Ah!..
Değişim,
Gelişim ve İlerleme
Sınıftan Atılan "İnkarcı"...
Avrupa,
Avrupa, Duy Sesimizi...
La
Brabançonne ve İstiklâl Marşı
Darbelerle
Dolu 55 Yıl
Tükenen
Ömürler
Gurbetten
Gelmişim...
Lahey'de
Kısa Bir Günden İzlenimler
1950’den
Mektup Var…
Nereden
geldik, nereye gidiyoruz?
Tutarlılığa
Davet
Köprünün
altından daha çok sular akacak
SAYFA
BASI
|