·  ANASAYFA  
·  AVRUPA HABER  
·  MEDYA  
·  EKONOMI  
·  FIRMALAR  
·  SPOR  
·  YAZARLAR  
·  BASIN ÖZETLERI  
·  COCUKLAR  
·  KADIN & YASAM  
·  BEDAVA POST  
·  DOWNLOAD  
·  TREIBER  
   
   


  BRÜKSEL MEKTUBU

               Yakup YURT

 

yakup.yurt@skynet.be


DARBEDE DOĞAN DENİZ

   
Dün 11 Mart 2006'ydı. Günlerden Cumartesi.

    İki oğlumuz, eşim ve ben, yenilenmiş ışıl ışıl Atomium'un dibindeki Kinepolis'te akşam seansında Çağan Irmak'ın "Babam ve Oğlum" filmini izlemeye gittik.
Oğullarımız ve eşim gerçek birer sinemaseverdirler. Eleştirmenlik düzeyinde değiller ama, seçkin birer izleyici oldukları kesin. 

    Nedendir bilmem, amma velakin, oldum olası benim başım pek barışık olmamıştır karanlık kapalı salon izlenceleriyle. Çocukluğumdaki açık hava sinemalarını daha çok severdim. Klostrofobum (kapalı yer korkusu) belki farkında olmadan...

    Neyse uzatmayayım! Gittik, gördük, döndük...

    Ben kesinlikle sinema eleştirmeni değilim. Sadece duygularımı aktarıyorum.

    Film sinema eleştirmeni Ertan Tunç'un ifadesiyle gerçekten "hümanist bir şiir".

    Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) belli ki Türk Sineması Ödülleri'nin 6'sını durup dururken vermemişler bu filme. En iyi film (Babam ve Oğlum), en iyi yönetmen (Çağan Irmak), en iyi erkek oyuncu (Çetin Tekindor), en iyi senaryo (Çağan Irmak), en iyi kadın oyuncu (Hümeyra), en iyi yardımcı kadın oyuncu (Şerif Sezer).

    Günlerden 11 Mart 2006. Brüksel'de hava çok ayaz. Filmden yarım saat önce vardık Kinepolis'e. Olumsuz hava koşullarına rağmen herkes orada. Kalabalık var. Türklerin çoğunlukta olduğu gişe önünden itibaren belirgin. Biletlerimizi aldık ve halılar üzerinde yürüyerek merdivensiz sarmal yapıyı tırmandık. 26 numaralı salonu bulduk ve yerleştik.

    Unutmuştum. Eşim uyardı. Cep telefonumu kapattım.

    Keyifli milletiz vesselam. Gelenlerin elinde bol miktarda, kova kova patlamış mısır, büyük boy kolalı içecekler ve mayonezli patates kızartması dahil her türlü yiyecek. Sanki sinema salonu değil, piknik yeri. Tesettürlü bayanlar ve eşleri çoğunlukta. Çocuklu olanlar da var. Kendi aralarında genellikle Türkçe konuşuyorlar. Arkamda cep telefonuyla görüşen Türk bayan "çocukların bugün doğum günü de, onları gezdiriyorum" diye açıklıyor durumu.

    Soslu, mayonezli patates kızartması ile sinema salonuna girilmesi kadar, girilmesine izin verilmesi de şaşırtıcı geldi bana. Çıkışta da bir ice-tea (buzlu çay) promosyon dağıtımı vardı. Hazmı kolaylaştıran bir içecek...

    Oğlunu kapan "Babam ve Oğlum" filmini görmeye gelmiş. Hangi mesajı vermek istiyor insanlar çocuklarına, çok merak ediyorum, gerçekten! İki sıra önümde, anne ve babası arasındaki bir oğlan ağlıyor. Bağıra bağıra...Geç gelenler, başkalarını rahatsız edenler, elden ele dolaşan plastik kola bardakları, tek tük te olsa öten cep telefonları, ağlayan çocuk sesleri arasında izlenen duygusal bir film.

    Filmi anlatacak değilim.

    Fakat filmin başladığı tarih belli ki 11 Eylül 1980. Yani 12 Eylül darbesinden bir gün önce.

    Çünkü filmin küçük kahramanı Deniz (Deniz Gezmiş'e ithafen) 12 Eylül 1980 de doğuyor. O İstanbul'da sokakta doğarken annesi ölüyor.

    Yeni doğmuş kanlı yavrusunu kucağında tutarak cinnet geçiren baba Sadık'a başı miğferli bir asker "darbe oldu" diyor ve gidiyor.

    Sadık zengin bir ağa olan babası Hüseyin Efendi tarafından İstanbul'a ziraat fakültesinde okusun, diplomasını alsın, çiftliğin başına geçsin diye gönderilmiş bir genç. Ama o, ziraat değil, gazetecilik okuyor. Devrimci kanadı seçiyor. Babasının tabiriyle "anarşist" oluyor.

    Darbe herkesi ve herşeyi sersemletiyor. İlişkilere korku ve tedirginlik egemen oluyor. Hapishane yaşamı ve yapılan işkenceler gönüllerde ve bedenlerde derin izler bırakıyor. Belli olmasa da insanlar hasta oluyorlar ve filmin sonunda Sadık'ın yaptığı gibi birdenbire çaktırmadan, sırlarıyla ve gururlarıyla ölüyorlar. "Göğe çıkıp, bulutların üzerinden bize bakıyorlar" diyor Deniz'e teyzesi. Deniz'in babasına sorduğu "İnsan büyüdükçe hayalleri küçülür mü baba?" sorusu, gençlerin hayalleri ile yaşlıların sistem muhafazakarlığına dönüşen acımasız bencilliği arasında denge kurmanın zorluğunu, hatta imkansızlığını vurguluyor, bir şamar gibi...

    Annesiz Deniz'i bir sütnine büyütür, 7 yaşına kadar. Çaresiz kalan Sadık oğlunu alıp babasının Ege'deki çiftliğine dönmeye karar verir. Bir evi olsun diye. Torun Deniz dedesi Hüseyin Efendiyi hiç görmemiştir. Dedesinin beklentileri ile babasının kişilik savaşı arasına siyaset bir darbe gibi inmiştir. Gerçekçilik ve idealizm filmin başından sonuna sürekli bir çatışma halindedir. Yaşamın diyalektiği bunu dayatmaktadır. Maddi destekten yoksun hayaller mutlu olmak için yeterli değildir. İstemek ama olamamak, hayallerine sıkı sarılanları kahretmektedir. Kahredenler ancak içince açılmakta, konuşmakta ve rahatlamaktadır, bir nebze de olsa...

    Çocukluk arkadaşı okumuş ve okumamış köylüler, köyde, mis gibi temiz havada, içki masasında demlenirken, okumamışlar günlük basit konulara dalarken, okumuş ama köyden ayrılamamış arkadaşı ile Sadık arasında ilginç bir diyalog yaşanır. Arkadaşı Sadık'a : "Sen gittin, ben gidemedim. Söyle bana, bugün olsa yine gidermiydin?" diye soruyor. Sadık'ın cevabı kısa ve samimidir : "Gitmesine gittim de, ne gidebildim, ne de kalabildim. Buradan, sizlerden kopamadım, oralı da olamadım." Her göçün özünde bu söylem yatar aslında. Ve her göç acı çektirir, gidenlere de, kalanlara da. Ayrılıklar kadar buluşmalar da hüzünlüdür her zaman. Geleceğe yaklaşmak istiyorsanız, geçmişinizle hesaplaşmanız gerekir bir anlamda. Söylemesi çok kolay ama yaşaması çok zor! Göçmenin halinden göçmenler anlar ey Belçikalı dostlar...

    Sadık'ın herşeye rağmen baba evine geri dönüşünün nedeni oğlu Deniz'den ayrılmak zorunda oluşudur; küçük oğlunu babasına emanet edecektir. Deniz çiftlikte hafif tatlı kaçık bir ailenin ortasında bulur kendini. Evin yanaşmaları, küs teyze (Şerif Sezer), traktör kullanan ve telsizle konuşan müthiş bir babaanne (Hümeyra), bileğinden boğazına kadar bilezikle dolaşan gelin Hanife (Binnur Kaya) ve saf bir amca (Yetkin Dikinciler). Hepsi bir ağızdan ve bağırarak konuşan insanlar. Sadık (Fikret Kuşkan) uğruna savaştığı bir Türkiye'yle ve terk ettiği sevgilisiyle (Özge Özberk) ve kendisiyle kasabada yüzleşirken; çocuk, dedesinin ve babasının arasındaki tüm buzları eritecektir. Deniz'i dedesine yaklaştıran olay ise nallanan bir attır. Baba-oğul cümlesinin vazgeçilmez bağlacı torun Deniz'dir. Dede çok sevdiği torununa kamera hediye eder. Sadık'ın ölümünün acısıyla bütünleşen aile geçmişin filmini izler filmin sonunda.

    Haddim olmayarak, bir tek eleşitirim olacak. Fransızca altyazı tercümeler çok kötü ve yaklaşık. Filmin Türk dili ve kültüründen kaynaklanan zenginlik, şiirsellik ve duygusal romantizmini yansıtmıyor. Çok yazık!

    Hiç sıkılmadan izlenen, Türk köylüsüne kendi şivesinde felsefe yaptıran dokunaklı bir film. Mutlaka görmenizi öneririm.

YAZARIN DİĞER YAZILARI:

Darbede Doğan Deniz
Kısır Döngü veya Kuyruğunu Isıran Yılan
Edison lambaya püf dedi!
Her şeye gülünür mü?
Mozart Bugün 250 Yaşında
UĞUR’suz bir günün düşündürdükleri!..
Kurban Bayramı Arifesinde Bazı Görüşler
Epifani Yortusu ve Kral Galetası
şünüyorum, Öyleyse Varım (Descartes)
Yılbaşı Gecesi Yaklaşırken
Ankara-Brüksel Diyaloğu...
BREL en büyük Belçikalı seçildi
Çağdaş Uygarlık Yolları Mayın Döşeli
Adile Naşit: Vazgeçilmez ve bir daha gelmez…
İntihar Komondosu Belçikalı Meryem
Dil ve Aşağılık Duygusu
ÖEK Üçlüsüne Ne Oldu?
Bayram Geldi Neyime
Ramazan Bayramınızı candan kutlarım!...
Ah Mutluluk Ah!..
Değişim, Gelişim ve İlerleme
Sınıftan Atılan "İnkarcı"...
Avrupa, Avrupa, Duy Sesimizi...
La Brabançonne ve İstiklâl Marşı
Darbelerle Dolu 55 Yıl
Tükenen Ömürler
Gurbetten Gelmişim...
Lahey'de Kısa Bir Günden İzlenimler
1950’den Mektup Var…
Nereden geldik, nereye gidiyoruz?
Tutarlılığa Davet
Köprünün altından daha çok sular akacak

   
SAYFA BASI

| Ana Sayfa | Haberler| Gazeteler | Ekonomi | Firmalar | Spor | Yazarlar 

Copyright © Mima Datentechnik / Jülicherstr.20 / 52070 Aachen / Deutschland
Tel:
+49 (241) 900 57 50 (pbx)  Fax: +49 (241) 99 777 57  
e-posta:
info@Turkpartner.de
Bu site Mima Datentechnik Internet Servisi tarafýndan hazýrlanmaktadýr

Yakup Yurt
Darbede Doğan Deniz
Mahmut Aşkar
Mağlubiyet Korkusu
Şefik Kantar
Her şey hayallerle başlar
Hidayet Kayaalp
Kasıntı Kütürü
Haldun Çancı
‘Etnik-merkezciliğe’ Karşı ‘Kültürel Görecelilik’
Sebahattin Çelebi
zifirî
Prof. Dr. Ümit Özdağ
Avrupa Birliği "Faşizmi"
Fikret Ekin
Oyun İçinde Oyun mu?
Orhan Aras
Çok acıtıyor değil mi?
Yılmaz Kuzucu
İçimdeki Notlar
Ozan Yusuf Polatoğlu
Vicdan Testi
Hasan Kayıhan
Ben "Hicbir Şey" demiyorum!..
Nuran Yelkenci
Peygamberleri Rahat Bırakın
Üzeyir Lokman  Çaycı
Yolcular
M. Ali Aladağ
Çağdaş Yobazlar
Prof. Dr. İbrahim Ortaş
Kuş Gribi ve Bilime Verdiğimiz Önem
Veli Kalli
Sorunumuz Kuş Gribi Değil
İsmail Tüysüz
”Avrupa’nın Anası Anadolu” Konferansına İlgi Büyüktü
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
Enerjimizi Ulusal Sorunlarımızın Çözümüne Harcayalım
Ayten Kılıçarslan
Türkler şiddet kurbanı
Erhan Türbedar
Kosova’ya İki Yeni Bakanlık Devrediliyor (?)
Ali Kılıçarslan
İlk kadın başbakan
Mustafa Can
Ben Uyumdan Yanayım, Ya siz..........
Serdar Çelebi
Fransa olayları ve Avrupa’da ‘Yeni Irkçılık’
Betül Parlar
Hey du...
Şensel Aşkın
Bilginin/Doğruların Etkinliği
Halil Gülel
Gerçek Güzellik
Muhsin Ceylan
Berlin’e hayali bir soru
Dr. Nebil Bozdoğan
Botox zehir mi ilaç mı?
Yakup Tufan
Uyum nedir?
Sizden Biri
Sen neymişsin be abi?
Alperen Çelik
Yeni Vietnam IRAK
İsmail Altıntaş
İslâm Dininin Engellilere Sağladığı Kolaylıklar
Latif Çelik
Ayný acýyý duyanlar en samimi olanlardýr
Fazlı Arabacı
Yaralı bir bilinç