
Recep Aco’nun Hikâyesi
Soyadı Bünyak’tır. Bizler O’na, amca anlamına gelen “Aco”
diye hitap ederiz. Asırlık çileli hayatında yaşadıkları
filme alınsa yeridir. Onun hayatı, bir dönemin hikâyesidir
aslında. Balkanlar kilidi Kosova’da kimleri görmedi ki.
Çetnik Sırpları, Partizanları, İtalyanları, Almanları ve
Osmanlı’nın yetiştirdiği son dönem âlimleri görmüştür.
Polonya sınırındaki Nazi toplama kamplarında esaret hayatı
yaşamış ve kendi ifadesiyle “Ayetel Kürsi” ayetlerinin
sırrıyla defalarca ölümlerden kurtulmuştur. Balkan
Savaşlarından sonra çekilmek zorunda kalan Osmanlının son
döneminden günümüze kadar uzanan tarihin canlı şahididir
Recep Aco.
İpekli Tahir Efendi’nin hikâyesi gibi yüzlerce ibretlik ve
aynı zamanda vesikalık olayı kendisinden dinlediğim Recep
Aco, Osmanlı’nın yaşayan mirasıdır. Kosova ve Balkanlar için
Türklerin ne demek olduğunu ondan dinlemeliydiniz. Osmanlı
ve Mehmet Akif hayranı Recep Aco akrabamızdır. Kosova
muhaciridir.
Osmanlı, İslam dinini bize getirdiği için kutsaldır der.
O’nun için “Halife” kutsaldır. Şahane’i Al-i
Osmanî’nin başkenti İstanbul, Balkanlarda yaşayan Müslüman
milletlerin sığınacağı limandır. İstanbul, zalime karşı
mazlumları koruyan “adalet kılıcı”dır.
Sultan Abdülhamit Hazretlerinin tahttan indirilmesine sebep
olanları asla affetmez. Sarayın önünde toplanan kalabalıklar
“Yaşasın Hürriyet” diye bağırdıklarında; Yahudilerin,
Ermenilerin ve münafıkların kendi aralarında sevinçle “oh
olsun, şaşırdı millet” dediklerini söyler.
Şu anda 94 yaşında olan Recep Aco yıllar önce anlatmıştı
bana İpekli Tahir Efendinin hikâyesini. Hafızamda yıllardır
sakladığım ama bir türlü yazamadığım İpekli Tahir Efendinin
hikâyesini bir dostumun “Yaz da, kayda girsin” tavsiyesi
üzerine sizinle paylaşıyorum.
Aslında hayatını yazmak istediğim kişi Recep Aco’nun
kendisiydi. Fakat nedenini bilmediğim bir sebepten dolayı
cesaret edip yazamamıştım. Recep Aco, Hacı Ferit ve Osman
Amcamın anlattıklarıydı beni Balkanlara bağlayan.
Balkanların trajik göç hikâyelerinin kitaplara ve filmlere
çoktan aktarılması gerekirdi. Hata ettiğimizi şimdi
anlıyorum.
Mehmet Akif gibi büyük bir şahsiyetin babasının doğduğu
topraklarda yaşayan Kosova Arnavutları “SAFAHAT”
isimli eseri, müellifinin ölümünden tam 70 yıl sonra
öğrenebildiler. Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Tevfik Fikret’in
kitapları yıllar önce Arnavutçaya çevrilmişti. Bizler Mehmet
Akif gibi medeniyetimizin yetiştirdiği müstesna bir
şahsiyeti Kosova ve Balkanlara tanıtmak için 70 yıl neden
beklemiştik, neden?...
Bir sabah namazı çıkışında cemaatten bir Tahir Efendi’yi
kahve ikram etmek için evine davet eder. Tahir Efendi
cemaatin arzusunu kırmaz ve eve giderler. Tahir efendiyi
ağırlayan o kişi sevincinden ne yapacağını bilemez. Tahir
Efendi ricasını kırmamış, fakirin evini şereflendirmiştir.
Evin oğlu henüz 10–12 yaşlarındadır. Ev sahibi oğluna
seslenir. – “Oğlum şu testiyi al da kaynaktaki çeşmeden
su getir. Tahir Efendiye taze kaynak suyu ile güzel bir
kahve pişireyim” der. Çocuk testiyi alır ve çeşmeye
doğru yola koyulur.
Tahir Efendi çocuğun gelmesi gecikince sohbete ara verir ve
ev sahibine gidip çocuğa bakmasını söyler. Bunun üzerine
oğluna bakmak üzere kapıya yönelen ev sahibi tam çıkmak
üzereyken Tahir Efendi : -“ Git çocuğa bak yalnız; çocuğu
gördüğünde ona geciktiği için kızmadan önce şu soruyu sor.
Su almaya giderken mi geç kaldın? Yoksa su aldıktan sonra
dönerken mi geç kaldın”? Diye sormasını tembihler.
Adamın merakını celbeder. Çocuk geç kalmıştır zaten.
Giderken geç kalsa ne olur, dönüşte geç kalsa ne olur? diye
içinden geçirir. Yine de sözlerin hikmetini sorunca Tahir
Efendi kitaplara geçecek kadar nefis bir kibar-ı kelam ve
mutasavvıf bakışıyla şöyle buyurur.
“Eğer çocuk giderken geç kaldıysa ona bir şey söylenmez.
Geç kalması kendinden değildir. Kahvemizi yapmak için
istediğin ve rızkımız olacak olan su henüz dağdan
inip çeşmenin ağzına gelmemiştir. Rızkımız olan su, çeşmenin
ağzına gelene kadar çocuk yolda istemeden ve bilmeden
oyalanmıştır. Bu sebeple ona bir şey deme. Yok, eğer testiyi
doldurduktan sonra geciktiyse, terbiyeli olsun diye onu
azarlayabilirsin”
“İpek” ismi üzerinde bir Osmanlı kentidir.
İpek’e bağlı İstog kasabasına ait Suşitsa köyünde doğan
Tahir Efendi, İstanbul’a hicret eder. 1873 yılında
Fatih’teki evlerinde doğan oğluna Mehmet Akif ismini verir.
Hikâyedeki İpekli Tahir Efendi’nin İstiklal şairimiz Mehmet
Akif Ersoy’un babası olduğunu çok sonraları öğrendim.
Osmanlı’nın adını koyduğu, Boşnakların Pec,
Arnavutlar Pej(Pey) dediği İpek’e geçen yıl ailemle
birlikte gittim. Sırp barbarlığının kurbanı olan İslam
eserlerinin harap edilmiş halini gördüğümde içim ağladı.
Kültür Bakanlığı katkılarıyla, Logos yayıncılık tarafından
Arnavutçaya ilk defa tercüme edilen “Safahat”
(Fletet), ümid ederim yeni bir devrin müjdecisi olur.
Türkiye’nin şanını, “bedelsiz olarak” Balkanlarda
halen yaşatan Recep Aco’lara bu ülkenin bir teşekkür borcu
vardır.
SAYFA
BAŞI
Yazarın diğer yazıları:
Recep
Aco’nun Hikâyesi
Urime
Pavaresia e Kosoves
Nasıl
bir ülke
Zincirden
kolyeler
Başbakan’i
dinlerken
CHP
ve MHP üzerine
Bosna
ve Alija
Şah
ve piyonlar
Cumhur’un
cevabı
SAÜ
Rektörü Sn. Mehmet Durman’a Açık Mektup
Akıl
Tutulması
Uludağ
Zirve notları (II)
Uludağ
Zirve notları (I)
Filistin
Maden
Deresi
Kutsal
İttifak
Susma
Vakti…
“Edeb,
ya Hu”!
Sapanca
Şiir Akşamları
Başbakan’ın
Kosova seferi
Paradoks
ülkesi…
Aynadaki
yüz…
İkiyüzlü
Fransa
Öfke
Medeniyeti
SAYFA
BASI
|