
İçimdeki Notlar
Ayda bir yazdığım „dostlara mektup“u sizlerle paylaşmayı
düşündüğüm notlar biriktiğinden, sırf bir konuyla sınırlı
tutmak kolay değil.
Tabi şu sıra kapalı ve bulanık havada güneşli duygular da zor
akıyor kağıda. Napalım dostdan gelen mektubun gül de olur
dikende, takdir de olur tenkid de.
Genelde kendine ayna tutamayan ve söz geçiremeyenler
başkalarında gördükleriyle uğraşır. Çünkü ötekiler karşımızda,
kendi yaptıklarımızsa arkamızda kalırlar.
„Ben onun yerinde olsaydım şöyle yapardım böyle yapardım. 3
günde dize getirir-adam eder-, 4 günde kurtarırdım vs. Ben
başbakan olsaydım.., ben rektör olsaydım baştaki beze değil,
ağızdaki söze bakardım. Müdür olsam öğretmenimi, öğretmen
olsam öğrencimi, Patron olsam elemanımı şöyle
yetiştirirdim-böyle yetiştirirdim, eleman olsam işimi en iyi
yapardım, yaşlı- tecrübeli olsam, güzel olsam, güçlü olsam,
zengin olsam, genç olsam, dil bilsem,“..ila ahir….
„Zamanım olsa okurdum, gelseler verirdim, yetim başı okşar,
eşimin kiymetini bilir, çocuklarıma zaman ayırır,
zararlılardan kaçar, sözümü tutar, israfı bırakırdım“.vs, vs.
Velhasıl sözde başkası olmayıp, ben tekrar ben olsaydım ne
yapardım? Yani dünyaya yeniden gelsem gerçekten
keşkesiz bir hayat yaşar, bugünkinden farkli olur muydum?
Kişiye ancak çalıştığının karşılığı vardır. Geleceği satın
alabilecek tek şey ise bugündür.
Şartlar ne kadar zor olursa olsun, biz ancak
mırıldanmaktan ve bahane aramaktan ziyade yapabileceklerimizi,
yani gücümüzü en sonuna kadar zorlayarak öncelikle kendi ev
ödevimizi“ tam yapmakla yükümlüyüz.
Önemli vazifelerin ihmali ve boşa geçen her vakit ve nakit
bize „pişmanlık ve keşke!“ darbeleriyle geri döner.
Önümüze konan bir hayat hikayesi veya bir filmde nedense hep
kötü adamı-kadını- başkasıyla, iyi roldekiniyse kendimizle
özdeştiririz. Halbuki gerçek hayatta o kötü adamın rolünü biz
yaparken hiç de düşünmeyiz.
Mesela zulüm, haksızlık ve anlayışsızlık görmüş bir gelin,
kendi kaynana olunca aynı zulmü yaparken adeta gizli bir öc mü
almakta?.
Hayat; senaryosunu kendi yazdığımız bir film mi yoksa?
Tekrar bize, hatta başkalarına da gösterilecek olan o
filmde rolümüzü kusursuz oynayabiliyor muyuz?.
Patlak veren şu karikatür krizi birebir görüşmelerin,
tecrübelerin “dışa yönelik çalışmaların “
Öffentlichkeitsarbeit” kendimizi anlatmanın, diyaloğun ve
Objektıv Medyanın önemini bir kez daha göstermiştir. Tabii
bugünki duruma kısa zamanda gelinmedi.
( Web-sitesi,Tr de kuş gribi korkusu başlığının altına
çarşaflı bir kadın resmi koymuştu-pes doğrusu dedim) (Die
negativen Bilder bleiben in den Köpfen) Çamurun izi kalıyor.
Biz bile o resim veya görüntülerden korkar hale geldik.
Ötekini öcü gösterme ve sürekli gündemde tutma çabası, kendi
çirkinliklerini-bitişini- ve oyunlarını kamuflenin veya
unutmanınbir usulü mü yoksa?.
Onlarca yılda oluşan ormanı bir çakmakla yakma düşüncesizliği
ve basiretsizliği gün gibi ortada. Dün Saddam ı kötüleyerek
ülkesini ateşe veren senaryoda şimdi komşusu sırada. Umarız
insanlık güçlünün yaldızlı yalanına daha fazla seyirci kalmaz,
tarihden ders alırda küçük bir azınlık hırsına dünyanın ateşe
verilmesine seyirci kalınmaz. Tekrar tekrar analar ağlamaz,
bebekler ölmez, şehirler harabeye dönmez.
Burada bize düşen sokaktaki insanı kazanma, bire bir kendimizi
tanıtarak iyi ilişkilerle “bozuk imaji” değiştirme
çalışmaları.
İş arkadaşlarımız, komşumuz veya irtibatta olduğumuz insanlar
bizi nasıl tanıyor? Aceba arkamızdan nasıl konuşuluyor,
ailemiz hatta çocuklarımız bizden sahiden memnun mu? Güven
kazanabilmiş miyiz?
Milletce güzel hasletlerle dolu iç dünyamız, örnek ahlak ve
aile yapımız ve barışcıl bütün bir sosyal hayatımızı dışa ne
kadar yansıtabiliyoruz?.
Eğer sinirlenirsek, “üzerine bir gün uyuyupta karar vereyim”
diye öfkemizi yutabiliyor muyuz?
Velhasıl bizi öldürmeye
gelen bizde dirilebilir mi?
Bir hatıra:
Minareli Cami projesine yardımcı olmaya çalıtığım bir şehrin
belediye başkanı;
”İnsanımızın yüzde 20 sı bu projeye karşı, bir o kadarı ise
taraftar. Geri kalan yüzde 60 lık bir kesim ise hakkınızda
yeterli bilgi sahibi değil. Bu zaman kendinizi onlara tanıtmak
için altın bir fırsat, buyrun” demişti.
Ne ekdik de bitmedi?
Bir Volkshochschule ye gidipde „kimileri dans-dil kursu,
kimileri yemek veya Joga kursu verirken ben de “Den Islam
Verstehen“ konulu bir kurs verebilirim „ dedik de kapılar
üzerimize mi kapandı?
Şehir kütüphanesine giderek veya telefonla „Michael
Widmann’ın „ das Kopftuch“ adlı kitabını ısmarlarsanız ben de
okurum“ dedik de almadılar mı?
Üniversitelere‚ ‚Die Botschaft’ –Çağrı- filmini
seyrettirebiliriz dedik mi? Türk – İslam haftaları ne alemde?
Bir ‚Mösyö İbrahim’ filmi bir çok sözden daha etkili olmaz mı
?
Okul dairesine -Schulamt- müracaat edip de „ Okulda
dindersi veya Tarih dersinde Islam konu olunca şu adrese
başvurabilirsiniz’ diye yazdık da cevap gelmedi mi? (Bu konuda
Würzburg 10 yıldır tecrübeli).
Buralarda para kazanmaktan başka da yapmamız gereken işlerin
olduğunu hatırdan çıkarmayalım.
Önümüzde daha çetin bir dönem var, işiniz rast gele ve selam
size.
SAYFA
BASI
Yazarın
diğer
yazıları:
İçimdeki
Notlar
Hayat;
sebep ve sonuç
Hacda
nefsi Kurban edebilmek
Şiir
gibi bir izinden…
Aküyü
doldurmak
Müstesnalar
“Çocuklara
çok
yazık”
Röttingen
deki „İslam Projesi“ tüm okullara örnekti
Ölüm
hapsaneleri ve ölü ruhları dirilten Kurán
Son
kalemiz „Aile“„out“ mu oluyor?
„Moschee
Weg“ ve Yeni Cami
Sanat,
para, ahlak
Bir
başka açıdan Diyalog
Vurdumduymazlığa
çare ne?
Estetik,
armoni ve renklerin dili
Mutluluk
(formülü) ertelenemez
Almanyadaki
yeni neslin tarih bilinci
„Çocuk
kuyuya düşmeden“
Aşk
gibi okumak
Güzel
bir yazı
Bireyselleşmenin
sessiz depremleri
Herseye
rağmen
Batıdan
bir iç muhasebe
Huzur
yazıları
Sağlıklı
değişim
Her
ayrılık
Kimse
sizin yerinize düşünmez
Sözlerin
özünden
Mektup
SAYFA
BASI
|