Hayatın içinden Y
ı l m a z K u z u c u
|
|
yilmazkuzucu@web.de
|

Bir proje yarışması
Rödermark da Hekimhanlılar Derneği’nin
kurulduğunu ve orayı kalkındırmak için bir proje yarışmasını
okuyunca karanlıkta kalmış bir çocuğun mum ışığını
görmesinden duyduğu sevinci duydum bir anda. İçimde büyük
bir ümit hissettim. Çeyrek asırdır gurbet ellerde
karanlıktan şikâyet eden ve ümitsizlik dağlarının önünde el
oğuşturan insanlarımıza birşeylerin yapılabileceğini
karınca kararınca anlatmaya çalışan biri olarak bir buğday
tanesi kadar bile olsa katkıda bulunmayı vefa borcu olarak
kabul ettim. Bu müsbet çağrıya Hekimhan’ın ekmeğini yemiş,
suyunu içmiş biri olarak tepkisiz kalamazdım.
Böylece
uzak-yakın insanımızdaki mevcut potansiyel değerlendirilir
de, Akif’in belirttiği gibi "Dışarıdaki faydalı ve nâfi
sular yurda getirilmiş olur “.Umarım bu girişim birçok
karanlıkta kalmış, görünmeyen mumları da tutuşturur,
harakete geçirir ve Hekimhan´nımız aydınlık yarınlara
kavuşur. Zira onca genç enerji değerlendirilemediğinden, ya
kahvehanelerde kağıt destelerini dizip bozarak, yada
kahrından şişeye sarılarak tükenip heder olmaktadır.
"Zararın neresinden dönersek kârdır" misali, arayan
dertlerine ve problemlerine mutlaka çare bulacaktır. Yeter
ki o istek kalpten gelsin veya zincirin halkaları biraraya
gelerek hedefe doğru birlikte dizilebilsin.
—
“İsteseydin, eğer gerçekten isteseydin, olmak istediğin,
olmasını istediğin olurdu. Olmadığına göre sen henüz
istememişsin demektir.” Diyor yazar.
Şu
andaki mevcut gerikalmışlığımızı düşündüğümde kendi kendime
hep şu soruları sormuşumdur: „Acaba işsiz kalışımızın mağdur
oluşumuzun suçlusu başkaları mıdır? Yoksa hak ettiğimiz
kaderi mi yaşıyoruz? Eğer biz suçluysak -ki ben öyle
düşünüyorum- yapmamız gereken neleri yapmadık veya
yapmamamız gereken neleri yaptık? Bana göre bu sorular
durumumuzu en iyi şekilde açıklayacak sorulardır.
Her
işe küçükten başlandığı gibi büyük projelere de küçük
adımlar ile başlanır. Tıpkı kilometrelerce uzun yolları
yürümeye küçük adımlar ile başladığımız gibi.
Bu
konuda tekerleği yeniden icat etmeme gerek yoktu. Önce
Türkiye'de ve dünyada mevcut olan kalkınma projelerini
süzerek incelemeye başladım. Onları burada size sunmaya
imkânım olmadığı (ilgilenenler) için ayrı bir dosyada
toparladım.
Her
şeyin başı azim ve samimiyetle çalışma olduğuna göre ilk
işimiz insanların azmini ve samimiyetini harekete geçirmemiz
gerekmektedir. Galiba en büyük güçlük de burada yatmaktadır.
Bir örnek verecek olursak:
On
sekiz yıl yaşadığım ilçede on sekiz kitap okumayan biri
olarak (yüzlerce texas, tommiks haric)
Almanya'da bir kitap kurdu hatta yazar bile olunabileceğini
anladım. Insanı orada miskinleştiren burada ise o potansiyel
enerjiyi harekete geçiren sebepler nelerdi acaba? Onu kendi
kendime tekrar mütalaa ettim.
Würzburg´da
100 yıl önce haylazlığından liseyi dahi bitiremeyen Röntgen
memleketinden uzakta okulları bitirip memleketine döndüğü
zaman " X " ışınlarını bulmadı mı? Bu olay bize insan
kapasitesinin ve kabiliyetinin ortaya çıkarılmasında
çevrenin etkisinin büyük olduğunu gösteriyor. Kabiliyetli
ve lider ruhlu insanlar saman yığınlarını tutuşturan
kıvılcımlar gibidir. Her birimiz yeteneklerimize göre
birer kıvılcım olmak zorundayız. O zaman verimsiz topraklar
ve toplumlar verimli olmaya, başarı ve zaferlere imza atmaya
başlarlar.
Azimle
çalışmanın köleyi sultan edebileceğine inandığım kadar
berekete de inanırım. Birini sevindirmede en az sevinen
kadar sevindirenin de sevineceğine inanırım. Umarım ki bu
birlik, örgütleşme ve yarışma dağılmış karıncalar gibi
başsız ve hedefsiz kalmış bizleri bir araya getirerek
enerjimizin bir hedefe doğru akışını sağlar. Bir çok
insanımızın sevinmesine vesile olur.
Maddî
kalkınmadan önce manevî kalkınmanın gerçekleşmesi en büyük
sorunumuzdur. Yıkılmış gönülleri tamir etmek, onları tekrar
topluma kazandırmak en önde gelen işlerimizden biri
olmalıdır. Galiba kendisinden en çok korktuğumuz ve
kaçtığımız sorun da budur. Ahmet Yesevî'nin, Yunus'un, Haci
Bektaş-ı Veli'nin dokumaya başladığı gönüllerdeki kilimlerin
dokunmasına devam etmeliyiz. Düğüm düğüm, ilmik ilmik.
"Eğer
gönül kırdın ise o kıldığın namaz değil." dedi Yunus. "Hiç
kimsenin olmadığı yerde bile bir gören vardır. Bizi aldatan
bizden degildir.HS" Saygı, ahlâk, sevgi, paylaşmak,
dürüstlük ve sadakat gibi değerlere dönmenin zamanı
gelmiştir kanısındayım.
Her
gurbetçi Hekimhanlı gibi sabahlara kadar uyumadığım geceler
oldu. Kimi geceler bir kaymakam, kimi geceler sürgün bir
öğretmen gibi azimli kararlı ve idealist bir şekilde ilçem
için çalıştım. Bazen reis seçildim, sokakların ve ilçe
estetiğinin düzeltilmesine başladım. Kimi zaman bir derviş
gibi gönülleri tamir ettim sabahlara kadar. Kiminde ayağımda
bir satırın kiminde başımda bir bira şişesinin acısını
hissettim. Kiminde alay etti en yakınlarım bile. "Bu işler
olmaz, boşuna yorulma, bu ülkeyi tek başına sen mi
düzelteceksin?..." demeleri bile kesmedi hızımı. O sözler
kamçı oldu hızıma, vefama, memleket aşkıma ve fikir akışıma.
Sevgisiz kalınca Mevlana´yı, cahille yoldaş olunca Yunus`u
okudum.
Bir
memlekete dışarıdan ekmek getirmekle onu kalkındıramazsınız.
Ekmeği orada üretebilmek için okullarda bilgi ve beceriyi,
gönüllerde dua ve sevgiyi üretmek zorundasınız. Bunun için
de iş adamlarımızı, sanatçılarımızı, siyasetçilerimizi ve
bilim adamlarımızı harekete geçirmek gerekmektedir.
Bir
Çin atasözü „Bir fakire her gün bir balık verirseniz bir
gününü kurtarırsınız, lâkin ona balık tutmayı öğretirseniz,
hayatını kurtarırsınız“ der. Her ne kadar eğitim en zor
yol ise de yukarıda gördüğümüz gibi en iyi sonuç da ondan
alınabilir.
Birde
büyük düşman olan nemelâzımcılığa, cehalet ve tembelliğe
karşı var gücümüzle savaşmalıyız.
Yıllar önce Alman mühendisler "Su akar Türk bakar." sözü ile
bizi uyardıkları halde biz uyanıp da suyumuzun ve
rüzgârımızın kıymetini ve bereketini bilemedik. Hâlâ bu
büyük enerjinin çok küçük bir kısmından
yararlanabilmekteyiz.Velhasıl yeni yeni canlanıyor ve
kımıldanıyoruz.
Üçyüz
yıllık arayı kapakmak içinse hızımızı ikiye katlamamız şart.
İşte
yine bize ışık tutan tarihden bir örnek:
Çanakkale gibi eşsiz bir destanı
yazan "Asım'ın Nesli" nin torunları Almanya’ya gidecek ve
teknoloji ülkesinde akan bilim pınarının faydalı sularını,
hem kendileri içecek, hem de yurdumuza getireceklerdi:
"Bu cihetten, hani, hiç yılmasın, oğlum gözünüz,
Sade Garb'ın yalnız ilmine dönsün yüzünüz.
O çocuklarla beraber gece gündüz didinin;
Gidin, üç yüz senelik ilmi tez elden edinin.
Fen diyarından sızan na-mütenahi pınarı,
Hem için, hem getirin yurda o nâfi suları.
Alınız ilmini garbın alınız san'atını;
Veriniz hem de mesainize son süratini.
Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız;
Çünkü milliyeti yok san'atın ilmin; yalnız, ...
Karşında ziya yoksa sağından, ya
solundan
Tek bir ışık olsun buluver, kalma yolundan!
Alemde ziya olmasa halk etmelisin halk!
Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam, kalk! ” M.A.Ersoy
Öncelikli projelerden bazıları:
1.
Meslek eğitimini yaygın bir hale getirebilmek için
projeler üretilmelidir.
2.
Avrupadaki Hekimhan´lıların öğrencilere burs fonu
oluşturulmalıdır.
3.
Yazarlar, akademisyenler, esnaflar, sanatçılar,ve
fikir adamları arasında forumlar düzenlenerek büyük bir
dayanışma ağı kurulmalıdır.
4.
Kardeş şehirler bulunarak karşılıklı öğrenci ve iş
adamları ziyaretleri yapılmalıdır. Gerek yurt içinde gerekse
yurt dışında çeşitli dernek ve kuruluşlarla bilgi ve tecrübe
dayanışmasına girilmelidir. (Belediye bu koordinasyon için
bir uzman görevlendirebilir)
5.
İlçemizde yetişen ürünlerin pazarlanması için yurt
içinde ve yurt dışında tanıtım çalışmaları yapılmalıdır.
(Kitle iletişim araçlarından -Radyo, gazete, Tv- istifade
edilmelidir.)
6.
İlçemizin turistik yönleri bilgi iletişim teknikleri
ile tanıtılmalıdır.
7.
Bu konularda bizden önce başlayanların
tecrübelerinden faydalanılmalıdır.
8.
Uluslararası fonlar takip edilip yararlanma
olanakları aranmalıdır.
Büyük ve küçük baş hayvancılığı,
arıcılığı, balık üretmeyi ve el sanatlarını geliştirmeyi
amaçlayan kurslar açılmalı ve teşvik edilmelidir.
10. Bu konularda belli zaman birimleri ile projeler
hayata geçirilmelidir.
11. Kadınlar erkekler ve çocuklar için spor
tesisleri yapılmalıdır.
12. İlk etapta sergiler ile başlanıp daha sonra
fuarlara kadar uzanarak kadınların emekleri
değerlendirilerek aile bütçesine katkıda bulunmaları
sağlanmalıdır
13. Kadınların bilgi ve becerilerini artırmak için
kitaplar hazırlanmalıdır.
14. Kalitenin artırılması için yarışmalar
düzenmelidir.
15. Sağlık konusunda halk bilgilendirilerek
düzenli sağlık kontrolleri alışkanlık haline getirilmelidir.
16. Maden yolları asvaltlanarak işletmeler ıslah
edilmelidir.
17. Alçı fabrikası gibi potansiyeller için etüd ve
projeler üretip mevcud kalkınma fonlarından talep
edilmelidir.
Örnek 1:
(Rahim
Demirbaş, Emekli matematik öğretmeni Hamidiye Mah. Anıt Cad.
Ender Ap. No 2 Ereğli-KONYA Tel 0505 753 9292)
“…Benim şu anda en büyük arzularımdan birisi de laftan
ziyade orman dikme işini hızlandırmak. Çıplak arazide tek
bir ağaç düşününüz, onun verdiği oksijen, onda yuvalanan
kuşlar, onda serinleyen kelebekler, arılar, böcekler, onun
gölgesinde gölgelenen insanlar ve de canlılar. Tek bir ağaç.
Bunun milyonlarcasını düşününüz!
Köyüm ülkemizin en fakir köylerinden birisi, doğru dürüst
suyu ve yolu yok. Bir zamanlar 220 hane olan köyümüz şimdi
40 haneye kadar düştü. Çoğunda tek başına yaşayan insanlar
oturmakta. Öldüklerinde kapıları kapanacak. Topraklarımız
kıraç… Köylerde kimse de yol gösterici olamadı. Köylümüz
hâlâ ana baba usulü iki taşa bir kuşa diye toprağa tohum
atıyor. Durum böyle olunca pek çok köy gibi bizim köylü de
köyü terk etti. Elindeki avucundakini satarak şehre gelen
insanımız 200 metrekare yerde köyü yaşamaya çalıştı. Çoğu
amelelik ve seyyar satıcılık yaparak hayatlarını idameye
kalktılar. Çocuklarını da çok parlak şekilde okutamadılar.
Bu çocukların çoğu işsizler ordusuna katıldı. Bizim sokak
çocukları veya kapkaççı deyiverdiğimiz çocuklar; şu an köyde
yaşayan çocuklardan değil. Şehre göç etmiş ailelerin
yavruları…
Ben bundan 40 yıl önce beş çuval meşe palamudu bulup geldim.
Köylülerimizle dağımızın bir bölümüne bunları diktik.
Palamutların pek çoğu yeşerdi. Ne yazık ki koruma imkanı
olmadığı için hayvanlar pek azının yaşamasına fırsat verdi.
Yine de bu orman sevdamdan vazgeçmedim... Allah fırsat
verdi, 1998 yılında köyümde taşlık (Traktörle ziraat
yapılamaz) arazi ler alıp kendi öz imkanlarımla orman
dikmeye başladım. Biraz birikimimle kooperatiften temin
ettiğim evimi satarak arazimin etrafını hasır telle çevirdim.
8 km mesafeden bir parmak kalınlığında bulduğum bir
suyu borularla, orman diktiğim araziye getirdim. Burada
havuzlarda topladım. Bu suyu ağaçlara can suyu olarak
kullanıyorum. Şu ana kadar 100 çeşide yakın (sedir, çam,
dişbudak, meşe, mavi servi, mahlep, ceviz, antepfıstığı vs.)
on bin ağaç diktim Bu ağaçlar bugüne kadar güzel büyüdü.
Boyları 50 cm ile 5 m arasında değişiyor. Fırsat buldukça
dikime devam ediyorum. Tek sıkıntım suyun yetersizliği.
(ormanı sadece dikmek yetmez. Koruyacaksın, sulayacaksın. En
az 100 yıl bekleyeceksin). Ormanı yağmalamak ve yakmak çok
kolay…
Ben şuna inanıyorum: Biz belki dedelerimiz gibi toprak
fethedemeyiz, ama topraklarımızı 20 kat verimli hale
getirirsek sanki 20 kat toprak fethetmiş gibi oluruz.
Ülkemizin her tarafını yağmur ormanları gibi
ormanlandırırsak, hem ülkemiz hem de bütün insanlar fayda
görür. Biz kıyametin kopuyor olduğunu gürsek bile ağaç diken
bir kültürün sahibi iken nasıl oldu da bu güzel dağlarımız
çırılçıplak kaldı? …Ben ormanı dikmeye başlayalı 8 yıl oldu.
O günden beri pek çok köylüm çalışma imkanı buldu. Eğer
benim yaptığımı yapan insanların sayısı çoğalırsa çok kişi
köyünü terk etmez. Su damlaya damlaya mermeri deler. Benim
çalışmamı herkese duyurma imkanım yok. Duyurma hususunda
bana yardımcı olunuz. Saygılar sunarım
Örnek 2 : Teoriden pratiğe
İlginç yaşanmış bir hikâye. Hikâye Prof. Dr. Muhammed
Yunus’un kitabı “Banker to the Poor-Micro-lending and the
Battle Against World Poverty” (Türkçesi, ‘Yoksulluğun
Bulunmadığı Bir Dünyaya Doğru’, çeviri Gülden Şen, Doğan
Kitap) anlatılıyor. Hikâye bizzat yazarı tarafından yaşanmış…
Grameen Bank’ı duydunuz mu? Ya da bu bankanın nasıl
kurulduğunu biliyor musunuz? Hikâyemiz Bangladeş’te geçiyor.
Bildiğiniz gibi Bangladeş dünyada nüfusu çok hızlı artan,
çalışma alanı olmadığı için de yoksulluktan başka şey
üretemeyen bir ülke. 1971’de Pakistan’dan koparak
bağımsızlığını ilân ettiğinde 50 milyon civarında nüfusa
sahipken bugün 140 milyonluk bir ülke. Üstelik Dünya Bankası
verilerine göre millî gelir kişi başına 360 dolar civarında.
İşte bu genç ama yoksul ülkede insanlar açlıktan ölmemek
için çırpınırken, 1974 yılında ülkenin tek üniversitesinin
tek ekonomi bölüm başkanı Prof. Muhammed Yunus,
okuduklarından da, okuttuklarından da sıkılır. Teoriden
pratiğe, hayallerden gerçeklere döner.
Prof. Muhammed Yunus, 1974’te Üniversiteyi bırakıp
Bangladeş’in köylerine, ölmemek için tencere kaynatmaya
çalışan yoksulların sorunlarını incelemeye başlar. İlk
görüştüğü yoksul Safiye Begüm’dür. Safiye bambu satın alarak
tabure yapmaktadır. Ancak bambu satın alacak parası olmadığı
için, malzemeyi borçlanarak pahalı satın almakta bu yüzden
de çok az para kazanmaktadır. Her sabah borçla satın aldığı
bambuyu işleyip akşam tabure haline getiren, onu satıp
borcunu ödedikten sonra kalan parayla tenceresini kaynatıp
çocuklarını doyurmak zorunda kalan kadının bu işten günde
kazandığı para sadece iki centtir. Safiye Begüm kendisini
fal taşı gibi açılmış gözleriyle dinleyen Prof. Yunus’a borç
para bulabilse, peşin alacağı bambuyu ucuza temin edeceği
için daha fazla para kazanacağını söyler. Yunus, kadına ne
kadar paraya ihtiyacı olduğunu sorar. Begüm, “22 cent” der.
Kadının tenceresini kaynatması için gerek duyduğu tüm para
22 senttir. Muhammed Yunus ve kendisini yalnız bırakmayan
birkaç öğrencisinin köyde bir hafta içinde yaptığı
araştırmada Begüm benzeri para bulamadığı için pahalı
borçlanıp, az kazanan 42 insan tesbit ederler. 42 insanın
geçindirmek zorunda olduğu tam 42 ailenin tüm finansman
ihtiyacı toplam 27 dolardır... O gece bambu dallarıyla
örtülü kulübesine girdiğinde koca adam ağlamaya başlar. 42
ailenin çektiği bunca çilenin hepsinin kaynağı bulunamayan
27 dolardır. Bu insanlar için bölgesindeki bankalardan kredi
isteyen Profesör, bankalarca “Parası olmayan insanlar
kredilerini nasıl öderler?” diye sürekli geri çevrilir. Bu
yolla sonuca ulaşamayacağını anlayınca, cebinden koyduğu
parayla 42 ailenin sıkıntılarını gidermeye karar verir.
Ancak dişini tırnağına geçirip çalışan, üreten, ekmeğini
taştan çıkaran 42 ailenin 27 dolarlık kredi yokluğu
sebebiyle düştüğü durumun utancı kendisini huzursuz eder.
‘Mikro kredi denen şey’ 27 dolarla başlayan macerayı
sistematik bir çözüme kavuşturur. Para ihtiyacı olan
üreticiye çevresinden kendisini tanıyan ve güvenen 5 kişi
kefil olduğu takdirde üretimi devam ettireceği krediyi veren
mekanizma böylece işlemeye başlar. 1974 yılında bir
profesörün 42 kişiye ödünç verdiği 27 dolarla başlayan
macera, daha sonra 1976’da kurduğu Graamen Bank ile 42
kişiye borç verilen 27 dolardan 6,1 milyondan fazla kişiye
verilen milyarlarca dolara gelindi. Bunu yaparken mikrokredi
kavramını ortaya atan Yunus, tüm dünyada hızla yayılan bir
sistemin de öncüsü oldu. Graamen Bankası’ndan 1997’de
Graamen Vakfı da doğdu. 22 ülkede 52 ortağı bulunan vakıf,
Asya, Afrika, Amerika ve Ortadoğu’da 11 milyon dolayında
kişiye yardım ediyor.
Prof. Muhammed Yunus, fakir köylü kadınların ıztırabını
yüreğinde hissederek, onlarla el ele vererek, bir model
oluşturdu. Bu muhteşem modeli önce Bangladeş’te ve daha
sonra bütün dünyada yaygınlaştırma başarısını gösterdiği
için 2006 yılı Nobel Barış ödülünü aldı.
Nobel Barış Ödülü’nü kazanan Bangladeşli Prof. Muhammed
Yunus 1.4 milyon dolarlık para ödülünü “iyi amaçlar” için
harcayacağını açıkladı. Yunus, para ödülünü fakirlere
yönelik olarak düşük maliyetli besleyici gıda, bir göz
hastahanesi, içme suyu projesi ve sağlık hizmetleri için
harcayacağını söyledi. Prof. Muhammed Yunus “Paramın bütün
hepsini bunlar için harcayacağım. Bunlar tamamen sosyal
kurumlar olacak. Kâr amaçlı örgütler olmayacak. Danone ile
ortak bir gıda şirketinin finansmanı için kullanacağım.
Böylece fakirler ‘düşük maliyetle yüksek besin değeri olan’
gıdalar yiyebilecek. Şirket yakında faaliyete geçecek. Gıda
şirketinde hisselerin yüzde 50’si Danone’nin ve yüzde 50’si
Graamen Bank’ın olacak. 1 milyon dolarlık fabrika,
Bangladeş’in kuzeyindeki Bogra’da kurulacak” dedi.
(13.10,2006 İHA)
Devami ekdeki dosyalarda…
Proje Üretemeyen Türkiye, AB Fonlarından Zararlı Çıktı
AB, araştırma ve teknoloji yatırımlarına maddî destek
sağlıyor. Ancak, ’Projeyi getir, AB’den yardımı al’ şeklinde
özetlenen uygulamadan, Türkiye umduğunu bulamadı.
Avrupa Birliği’ne üyelik süreciyle birlikte, sivil toplum
kuruluşlarını memnun edecek bazı uygulamalar gündeme geldi.
Bunların başında, AB’nin üye ve aday ülkelerde araştırma ve
teknoloji yatırımlarının desteklenmesi amacıyla oluşturduğu
fonlar yer aldı. Hazırladıkları projelere karşılık AB’den
maddi kaynak alan dernek, kuruluş ve şirketlerin haberleri
gazete sayfalarında görülmeye başladı. Ancak perde arkasında
görünenden farklı bir tablo ortaya çıktı. Yeterli ve
kaliteli proje ortaya konamadığı için, AB fonlarından
beklenildiği ölçüde istifade edilemedi.
6. Çerçeve Programı’na 248 milyon Euro’luk kaynak aktaran
Ankara, Brüksel’den 370 proje için sadece 44 milyon Euro
alabildi. Küçük ve orta boy işletmelerin (KOBİ) eksik proje
sunması tam bir hayal kırıklığına yol açtı. 2 bin 500’e
yakın projenin yüzde 85’i geri çevrildi. 17,5 milyar
Euro’luk paketten cüz’î miktarda pay alınması sebebiyle
hükümet, yeni programı şu ana kadar imzalamadı. Merkezi
Brüksel’de bulunan CPS Danışmanlık’ın Türkiye Genel Müdürü
Tulu Gümüştekin, "Bu programlarda aslan payı ilk dönemdedir.
Geçmişteki hatalardan ders alındı. Artık daha iyi projeler
sunulacak. İmzanın geciktirilmesi Türk şirketlerinin önemli
fırsatları kaçırmasına yol açar." uyarısında bulunuyor.
İstanbul Sanayi Odası Başkanı Tanıl Küçük de, sanayicinin
büyük fonlara hazırlıksız yakalandığı görüşünde. TÜBİTAK’ın
’kaynak hazır, proje gelmiyor’ tespitine hak veren Küçük,
küresel rekabette ayakta kalmak isteyen şirketlerin, AR-GE
yatırımlarına daha fazla önem vermesi gerektiğini belirtiyor.
AB fonlarından nasıl yararlanılacağı konusunda pek çok
şirketin bilgi eksikliği olduğunu vurgulayan Tanıl Küçük’ü
şu rakamlar da teyit ediyor: Avrupa ülkelerinde kişi başına
yüzde 0,45 proje düşüyor. Aynı oran Türkiye’de sadece on
binde 4. Buna karşılık eğitim, kültür, çevre ve sağlık gibi
alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ise
önemli mesafeler katetti. KOBİ’lere verilen desteklere göre
daha düşük miktarlarda da olsa proje başına binlerce
Euro’luk hibe alan derneklerin sayısı giderek artıyor.
AB, araştırma ve teknoloji faaliyetlerinin desteklenmesi ve
yönlendirilmesi için çerçeve programlarını araç kullanıyor.
İlk çerçeve programı 1984’te yürürlüğe girdi. Türkiye ise 4.
ve 5. programlara sadece projelerle katılırken, havuza para
yatırmamıştı. Kamuoyunda çok tartışılan ve sivil toplum
kuruluşları ile KOBİ’lerin ilgi gösterdiği 6. Çerçeve
Programı’na ise 248 milyon Euro katkı sağlandı. 7 yıllık
yeni programda ilk adım Ocak 2007’de atılacak. Bu çerçevede
73 milyar euroluk kaynağın onay verilen projelere
dağıtılması öngörülüyor. Pakette KOBİ’ler için 4,2 milyar
Euro kaynak ayrılırken, bunun 2,6 milyarı girişimcilikte
çığır açacak projelere verilecek. Küçük işletmeler
endüstriyel rekabet ve yenilikçilik alanında da önemli
destekler alabilecek. Bilişim ve enerji başlıkları da aynı
çerçevede yer alıyor. Yeni programa dahil olması halinde
Türkiye, her yıl 100 milyon euroluk kaynağı ’katkı payı
olarak’ AB’ye aktaracak.
CPS Danışmanlık’ın Türkiye Genel Müdürü Tulu Gümüştekin,
müzakerelere başlayan bir ülke olarak Türkiye’nin tartıştığı
gündem maddelerini tali meseleler olarak nitelendiriyor.
Özellikle küçük ve orta boy işletmeler için yenilikçiliğin (inovasyon)
önemli olduğunu belirten Gümüştekin, "Türkiye katılımla
ilgili taahhüdünü henüz imzalamadı. Bu durumda KOBİ’ler yeni
imkânlardan mahrum kalacak. Yedinci çerçeve programının bir
an önce imzalanmasında fayda var." dedi. Gümüştekin,
şirketlerin araştırma ve geliştirme çalışmalarına mesafeli
yaklaşmasını da eleştirerek, "Bu işin zor kısmına gelince
imtina ediyoruz." dedi. TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi Ayça
Dinçkök 7. Çerçeve Programı’nın en önemli yeniliklerinden
biri olan ve sanayinin katılımını artırmak için oluşturulan
Avrupa Teknoloji Platformları, Ortak Teknoloji Girişimleri
ve Rekabet ve İnovasyon Çerçeve Programı’na Türkiye’nin
katılımının sağlanmasının önemine işaret etti.
İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyesi Erhan Erken,
Türkiye’nin bir önceki çerçeve programdan dahil olduğu
tarihin geç olması ve proje bazındaki tecrübesizlikler
nedeniyle yeterince yararlanamadığını belirtti. 2005’te
yeniden tarif edilen Lizbon kararları ile farklı bir boyut
kazanan ve bir öncekine göre bütçesi 4,5 kat artırılan 7.
Çerçeve Programı’nın Türkiye için büyük önem taşıdığını
vurgulayan Erken, "Her yıl bir öncekinden daha başarılı
geçiyor. Sanayi kuruluşlarımızın projelere katılımında da
artışlar yaşanıyor." diye konuştu.
Kaynak: Zaman
Gazetesi/Abdulhamit Yıldız
SAYFA
BASI
Yazarın
diğer
yazıları:
Bir
proje yarışması
O öyle bir
kitap ki !
Kurbanımız
esas olsa
İslam
2020 – Stuttgart
Bir
Rahmet Çadırı ve bir fıncan kahve
Hoşgörü
diyarından
İnternet,
gençlik ve biz
Mayıs
Mektubu
Evlenmek
mi zor, anlaşmak mı? Veya neden illa Aile?
Mart
mektubu
İçimdeki
Notlar
Hayat;
sebep ve sonuç
Hacda
nefsi Kurban edebilmek
Şiir
gibi bir izinden…
Aküyü
doldurmak
Müstesnalar
“Çocuklara
çok
yazık”
Röttingen
deki „İslam Projesi“ tüm okullara örnekti
Ölüm
hapsaneleri ve ölü ruhları dirilten Kurán
Son
kalemiz „Aile“„out“ mu oluyor?
„Moschee
Weg“ ve Yeni Cami
Sanat,
para, ahlak
Bir
başka açıdan Diyalog
Vurdumduymazlığa
çare ne?
Estetik,
armoni ve renklerin dili
Mutluluk
(formülü) ertelenemez
Almanyadaki
yeni neslin tarih bilinci
„Çocuk
kuyuya düşmeden“
Aşk
gibi okumak
Güzel
bir yazı
Bireyselleşmenin
sessiz depremleri
Herseye
rağmen
Batıdan
bir iç muhasebe
Huzur
yazıları
Sağlıklı
değişim
Her
ayrılık
Kimse
sizin yerinize düşünmez
Sözlerin
özünden
Mektup
SAYFA
BASI
|